Google

25 Kasım 2007 Pazar

ALERJİ NEDİR

Allerji günlük konuşmalarda en sık kullanılan tıbbi terimlerden biridir. Pek çok tıbbi problemde allerjiyi sorumlu tutulmaktadır. İyi tanımlanmış allerjik hastalıkların yanında, baş ağrısı, mide ağrısı, hiperaktivite gibi çok değişik belirtiler de bazen allerjiye bağlanmaktadır. Allerjilerin gerçekten yaygın olmasına rağmen, allerji denen çoğu şey aslında allerji değildir.

Allerji kelimesi Yunanca'da diğer anlamına gelen allos'dan köken alır. Bu terim bağışıklık sistemi içindeki herhangi bir "değişmiş reaksiyon"u tanımlamak üzere kullanmıştır. Günümüzde allerji, çoğu kişinin sorunsuzca kabul edebileceği bir maddeye karşı olan anormal duyarlılık olarak tanımlanmaktadır.

Kişinin allerjik olup olmaması genetik ve çevresel faktörlere bağlıdır. Güçlü bir ailesel allerji öyküsü olan bir kişinin allerjik olma olasılığı, böyle bir öyküsü olmayana göre daha fazladır.

Kalıtıma ek olarak çevrenin de allerji gelişiminde önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Tek yumurta ikizleriyle ilgili çalışmalar bu "genetik olmayan" faktörlerin güçlü rolünü çok iyi ortaya koymaktadır. Genetik yapılarının aynı olmasına rağmen tek yumurta ikizlerinin sadece % 25-50'sinde aynı allerjiler veya aynı allerjik hastalıklar gözlenmektedir.

Belli bir zaman süresince belli bir allerjenle yüksek düzeyde karşılaşan bir kişinin o allerjene karşı duyarlılık kazanma şansı, daha az karşılaşan kişiye göre daha fazladır. Örneğin, erken yaşlarda yüksek miktarda ev tozu akarıyla karşılaşmanın, daha sonra ev tozu akarına allerjik olma riskini dramatik olarak arttırdığı kesin olarak gösterilmiştir. Ayrıca, özellikle sigara dumanı başta olmak üzere bazı irritanlara maruziyet allerjenlere duyarlılaşmada önemli rol oynamaktadır.

ALLERJEN NEDİR ? ALLERJEN NELERDİR?



Organizmada kendisine karşı özgün antikor oluşturan maddeye antijen denir. Bu antijen, allerjik bir durum geliştirirse, o zaman antijene allerjen adı verilmektedir.
.

POLENLER:

Polen bitkilerin erkek tohumudur. Çıplak gözle görülemeyen taneciklerdir. Bu tanecikler genellikle rüzgar yolu ile geniş alanlara dağılırlar. Polenler, çayır-ot (grass) polenleri, ağaç (tree) polenleri ve yabani ot (weed) polenleri olmak üzere genel olarak üçe ayrılır. Bu polenlerin bahar mevsimi içinde belli bir dağılımları vardır. Polen allerjisi olan hastaların şikayetleri de genellikle bu dağılımla uyumlu olmaktadır (Şekil 1).



Kelp kuyruğu otu
Kelp kuyruğu poleni



Genel olarak polenler günün erken saatlerinde atmosfere yayılırlar (Saat 04.00-08.00 arası). Bu yayılışta meteorolojik şartlar da rol oynar. Yağmur, polenlerin hem sayısı, hem antijenik gücünü artırır. Arkasından gelen açık ve güneşli hava, polen taşıyan keseciklerin açılıp içindekilerinin atmosfere yayılmasını sağlar.
.


MANTAR SPORLARI:

Mantarların sporları allerjeniktir. Genellikle orta ısıda ve bol rutubetli yerlerde çoğalırlar. Ev dışında (bitkiler, hayvan artıkları ve toprak üzerinde) ve ev içinde (ıslak zeminler, duşlar, banyo örtüleri, klima ve nemlendirici cihazlar üzerinde) bulunabilirler. Bunların kesin bir mevsimsel periyodu olmamakla birlikte ilkbaharda sıcakların artmasıyla çoğalırlar ve ilk soğuklarla kaybolurlar.






EV TOZU AKARLARI (MITE):

Akarlar gözle görülemeyen, çevre koşullarına oldukça dayanıklı olan, sıcak ve nemli ortamlarda kolaylıkla çoğalabilen, ev tozu içinde yaşayan canlılardır. Akarların vücut proteinleri ve dışkıları allerjenik özelliktedir. Akar allerjenleri yastık, yatak, halı ve kumaş kaplı mobilya gibi toz tutan ev eşyalarında yüksek oranda bulunmaktadır.





Bu allerjenlerin solunum yolu ile alınması, hastada allerjik yakınmaların başlamasına neden olmaktadır. Akarlar insan deri döküntüleri ile beslenmektedir ve insanların bulunduğu ortamlarda yaşarlar. Akarlar insanları ısırmaz, hastalık bulaştırma ve taşınmasına neden olmaz ve genellikle insanların üzerinde barınmazlar. Sadece kişi akarlara karşı duyarlı ise sorun oluşturan canlılardır. Klasik ev haşare ilaçları akarları öldürmemektedir.

Bir gram ev tozu içinde 100-500 adeti canlı olmak üzere, yaklaşık olarak 19.000 adet akar bulunmaktadır. Yetişkin akarlar ortalama 6 hafta yaşarlar. Dişi akarlar bu süre içinde 40-80 yumurta bırakır. Bir akar yumurtası 4 hafta içinde yetişkin akara dönüşür.



HAYVAN ORİJİNLİ ALLERJENLER:
Önceleri hayvanlara ait allerji vakaları daha çok kırsal kesimlerde görülürken, evde hayvan besleme alışkanlığında artış nedeniyle bugün şehirlerde yaşayan insanlarda da hayvan orijinli allerjenlere duyarlılık önemli ölçüde artmıştır. Kedi ve köpek allerjenleri en sık karşılaşılan allerjenlerdir.

Hayvan orijinli antijenlerinden en önemlisi kedi allerjenleridir. Kedi beslenmeyen evlerde bile bu allerjenler yaygındır. Kedi allerjenleri asıl olarak hayvanın salyasında bulunmakta ve tüyleri üzerinde taşınmaktadır. Bu allerjenler oldukça yapışkan özelliktedir ve ev içinde duvarlarda ve diğer yüzeylerde bol miktarda bulunabilirler. Hayvanın uzaklaştırılmasından aylar sonra bile allerjenlerin etkileri devam etmektedir









Kuş tüyü allerjilerinin bir zaman çok önemli olduğu sanılıyordu. Ancak kuşlar daha çok tüyleri arasında mantarlar ve akarlar için uygun üreme ortamları sağladıkları için allerji gelişimine ve şikayetlerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Kuş tüylerine ait olan allerjenik vasıf tüyler eskidikçe kaybolmaktadır. Yoğun kuş kalabalığı olan yerlerde saf kuş tüyü allerjisinin gelişme olasılığı artar. Bu ihtimal kuş yetiştiricilerinde sıktır.

Önceleri at kılına allerji sıkça rastlanmaktaydı. Ancak günümüzde bu olay sadece at binenlerde veya at bakıcılarında gelişmektedir.



HAMAMBÖCEĞİ ALLERJENLERİ

Özellikle eski binalarda ve birden fazla ailenin yaşadığı apartman türü yapılarda hamamböceği allerjenlerinin bulunması kaçınılmaz bir gerçektir. Hamamböceklerinin tamamen ortadan kaldırılması da çoğu kez mümkün olmamaktadır.

Hamamböceği allerjenleri ile duyarlılaşmış bir kişi hamamböceklerinin yaşadığı bir ortama girdiğinde allerjik şikayetleri ortaya çıkmaktadır.

Bu haşarelerin yaşamlarını sürdürmelerinde iki temel gereksinim ortamda nem ve gıda artıklarının bulunmasıdır







Organizmada kendisine karşı özgün antikor oluşturan maddeye antijen denir. Bu antijen, allerjik bir durum geliştirirse, o zaman antijene allerjen adı verilmektedir.
.

POLENLER:

Polen bitkilerin erkek tohumudur. Çıplak gözle görülemeyen taneciklerdir. Bu tanecikler genellikle rüzgar yolu ile geniş alanlara dağılırlar. Polenler, çayır-ot (grass) polenleri, ağaç (tree) polenleri ve yabani ot (weed) polenleri olmak üzere genel olarak üçe ayrılır. Bu polenlerin bahar mevsimi içinde belli bir dağılımları vardır. Polen allerjisi olan hastaların şikayetleri de genellikle bu dağılımla uyumlu olmaktadır (Şekil 1).



Kelp kuyruğu otu
Kelp kuyruğu poleni



Genel olarak polenler günün erken saatlerinde atmosfere yayılırlar (Saat 04.00-08.00 arası). Bu yayılışta meteorolojik şartlar da rol oynar. Yağmur, polenlerin hem sayısı, hem antijenik gücünü artırır. Arkasından gelen açık ve güneşli hava, polen taşıyan keseciklerin açılıp içindekilerinin atmosfere yayılmasını sağlar.
.


MANTAR SPORLARI:

Mantarların sporları allerjeniktir. Genellikle orta ısıda ve bol rutubetli yerlerde çoğalırlar. Ev dışında (bitkiler, hayvan artıkları ve toprak üzerinde) ve ev içinde (ıslak zeminler, duşlar, banyo örtüleri, klima ve nemlendirici cihazlar üzerinde) bulunabilirler. Bunların kesin bir mevsimsel periyodu olmamakla birlikte ilkbaharda sıcakların artmasıyla çoğalırlar ve ilk soğuklarla kaybolurlar.






EV TOZU AKARLARI (MITE):

Akarlar gözle görülemeyen, çevre koşullarına oldukça dayanıklı olan, sıcak ve nemli ortamlarda kolaylıkla çoğalabilen, ev tozu içinde yaşayan canlılardır. Akarların vücut proteinleri ve dışkıları allerjenik özelliktedir. Akar allerjenleri yastık, yatak, halı ve kumaş kaplı mobilya gibi toz tutan ev eşyalarında yüksek oranda bulunmaktadır.





Bu allerjenlerin solunum yolu ile alınması, hastada allerjik yakınmaların başlamasına neden olmaktadır. Akarlar insan deri döküntüleri ile beslenmektedir ve insanların bulunduğu ortamlarda yaşarlar. Akarlar insanları ısırmaz, hastalık bulaştırma ve taşınmasına neden olmaz ve genellikle insanların üzerinde barınmazlar. Sadece kişi akarlara karşı duyarlı ise sorun oluşturan canlılardır. Klasik ev haşare ilaçları akarları öldürmemektedir.

Bir gram ev tozu içinde 100-500 adeti canlı olmak üzere, yaklaşık olarak 19.000 adet akar bulunmaktadır. Yetişkin akarlar ortalama 6 hafta yaşarlar. Dişi akarlar bu süre içinde 40-80 yumurta bırakır. Bir akar yumurtası 4 hafta içinde yetişkin akara dönüşür.



HAYVAN ORİJİNLİ ALLERJENLER:
Önceleri hayvanlara ait allerji vakaları daha çok kırsal kesimlerde görülürken, evde hayvan besleme alışkanlığında artış nedeniyle bugün şehirlerde yaşayan insanlarda da hayvan orijinli allerjenlere duyarlılık önemli ölçüde artmıştır. Kedi ve köpek allerjenleri en sık karşılaşılan allerjenlerdir.

Hayvan orijinli antijenlerinden en önemlisi kedi allerjenleridir. Kedi beslenmeyen evlerde bile bu allerjenler yaygındır. Kedi allerjenleri asıl olarak hayvanın salyasında bulunmakta ve tüyleri üzerinde taşınmaktadır. Bu allerjenler oldukça yapışkan özelliktedir ve ev içinde duvarlarda ve diğer yüzeylerde bol miktarda bulunabilirler. Hayvanın uzaklaştırılmasından aylar sonra bile allerjenlerin etkileri devam etmektedir









Kuş tüyü allerjilerinin bir zaman çok önemli olduğu sanılıyordu. Ancak kuşlar daha çok tüyleri arasında mantarlar ve akarlar için uygun üreme ortamları sağladıkları için allerji gelişimine ve şikayetlerin ortaya çıkmasına neden olurlar. Kuş tüylerine ait olan allerjenik vasıf tüyler eskidikçe kaybolmaktadır. Yoğun kuş kalabalığı olan yerlerde saf kuş tüyü allerjisinin gelişme olasılığı artar. Bu ihtimal kuş yetiştiricilerinde sıktır.

Önceleri at kılına allerji sıkça rastlanmaktaydı. Ancak günümüzde bu olay sadece at binenlerde veya at bakıcılarında gelişmektedir.



HAMAMBÖCEĞİ ALLERJENLERİ

Özellikle eski binalarda ve birden fazla ailenin yaşadığı apartman türü yapılarda hamamböceği allerjenlerinin bulunması kaçınılmaz bir gerçektir. Hamamböceklerinin tamamen ortadan kaldırılması da çoğu kez mümkün olmamaktadır.

Hamamböceği allerjenleri ile duyarlılaşmış bir kişi hamamböceklerinin yaşadığı bir ortama girdiğinde allerjik şikayetleri ortaya çıkmaktadır.

Bu haşarelerin yaşamlarını sürdürmelerinde iki temel gereksinim ortamda nem ve gıda artıklarının bulunmasıdır

24 Kasım 2007 Cumartesi

VENEDİK(VENEDİC)


Dünya üzerinde görebileceğiniz en sihirli mekanlardan biridir VENEDİK. Denizin ortasına kondurulmuş muhteşem yapılardan oluşan ve üzerinden geçen yüzyıllardan etkilenmeden günümüze gelen bu güzel şehir , insanın görmeden ve içinde yaşayıp o nemli havasını solumadan gözünde canlandırabileceği bir yer değildir.
Venedik ; kuzey İtalya'nın doğusunda Adriyatik denizi kıyılarında karaya 4 kilometre uzunluğunda kara ve demir yolu köprüsü ile bağlanan , yaklaşık 118 adacık üzerine kurulu bir ada şehirdir.Venedik'te adacıkları birbirinden ayıran 170 kanal ve birbirine bağlayan 400 köprü bulunur.




venedik ; tarih boyunca Avrupanın en önemli ticaret başkentlerinden biri olmuştur. Venedikliler, Türklerden ve Araplardan öğrendikleri sayı sistemi ile ticaret aritmetiğini en üst düzeye çıkarmışlar ve bu nedenle bütün Avrupalı tacirler bu aritmetiği öğrenebilmek için Venedik'te açılan birçok oklula gelerek eğitim almışlardır. Venedik nüfusu o dönemlerde 300.000 civarında iken günümüzde 72.000'e kadar düşmüş ve halen azalmaktadır.Yaşlı nüfusun yoğunlukta olduğu Venedik , artık anakarada bulunan Mestre adı verilen yeni şehre doğru kaymaktadır. Venedik'te yaşayanların %50'den fazlası geçimlerini turizmden sağlamaktadırlar.Bugüne kadar ki rekor bir günde 150.000 turisttir.Bu kadar turistik olması ve herşeyin deniz yoluyla taşınması sonucu fiyatlar İtalya'nın geneline göre %10 daha pahalıdır
Grand Kanal:
Grand kanal Venedik'e geldiğinizde öncelikli olarak görmeniz gereken , Venadik'in ana cadddesidir.Venedik'in karaya bağlandığı noktadan kalkan Vaporetto lardan birine bindiğinizde sizi , bu harikacaddeden sürprizlerle dolu bir rüyaya taşıyacaktır . Evet , Grand kanalda suların üzerinde süzülürken aklınızdan sıkça geçecek bir sorudur bu , acaba rüyada mıyım ? Vapurunuz ilerdeçikçe ne tarafabakacağınızı şaşırırsınız ; bu durumda en iyisi bir gidiş bir de yukarı dönüş turu yapmaktır ki hiçbirşeyi kaçırmayasınız.Öncelikle , Venedik'in kendine has ev mimarisi sizi gülümsetir.Hepsi birbirinden güzel renklere boyanmış suların içinde yüzyıllardır solmayan çiçekler gibidirler ve sanki bunun farkındaymış gibi hepsinin cam içlerinde yine rengarenk çiçekler sizi karşılar.Bir an duraksarsınız bu evlerin kapılarının suya açıldığını farkedince. Grand kanaldan turunuza devam ederken buraya açılan küçük kanalcıklarıgörürsünüz , bazıları sadece gondolların girebileceği genişliktedir.Yolunuz her iki yakasında kimisi baston şekerler gibi boyanmış kimi de ham kütük kazıklar görürsünüz ki bunlar teknelerin park yerleridir.
Sular , gondollar , köprüler derken birden bire karşınıza çıkan San Marco meydanı , katedral , kiliseler , Campanelli , Dükler sarayı ve diğer ihtişamlı binalar Venedik'in bitmeyen güzellikleri olarak kendilerini gösterir.

Rialto Köprüsü:
Venedik kentinin en renkli mekanlarından biridir Rialto köprüsü . Yalnız iki yakayı birbirine bağlamakla kalmaz ; aynı zamanda cıvıl cıvıl bir alış veriş mekanıdır.Rialto köprüsünün üzerinde , girişinde ve çıkışında birbirinden güzel cam eşyalar , maskeler , kuklalar , ayakkabı-çanta ve meyve sebzeden tutunda şekerleme ve çöreklere kadar satın alabilecek her şeyi bulabilirsiniz.Bütün bu alışveriş keyfinin ötesinde Rialto köprüsünün üzerinden grand kanal manzarası bir harikadır.Altınızdan geçen gondollar,vaporettolar ; içinizi ısıtan güneş veya gecenin içinde ışıl ışıl akan sular, hele bir de binalardan yankılanan gür sesiyle aria söyleyen gondolcular ; işte Venedikte mutlu olmak bu kadar kolay.

22 Kasım 2007 Perşembe

FOTOSHOP SEN NELERE KAADİRSİN ;)


18 Kasım 2007 Pazar

FAS




Osmanlılar’ın Afrika’da ulaşamadıkları tek yer olan Fas; Marakeş, Fez ve Meknes gibi dünyanın en iyi korunmuş ortaçağ şehirleri ve İslamiyet’in görkemli eserleriyle bezenmiş yerleşim birimleriyle ziyaretçilerini hayal kırıklığına uğratmayan, egzotik bir diyar.
Akdeniz ve Atlas Okyanusu’na sahili olan bu ülkede plajlarda güneşin tadını çıkarabilir, çöl safarileri ve dağ köyleri gezilerinde görüntüleri hafızalarınıza ve kameralarınıza kaydedebilirsiniz.

Portakal ağaçlarıyla süslü bulvarları, renkli Suk’larıyla (Pazar yeri) meşhur olan Marakeş, Fas Sultanlığı’nın ilk başkenti ve 1062 yılında kurulmuş. Sahra Çölü’ne açılan kervan yollarının bu kuzey kapısına, binalardan yKokluların dışarıya taştığı baharatçılar, halıcılar, kuyumcular, seramikçiler, bakırcılar, tahta oymacıları gün boyu müşterilerini bekliyor. Fas’ta pazarlık etmeden alışveriş yapmayın. Fiyatın dörtte birini ya da yarısını teklif edin. Para biriminin dirhem olduğu ülkede bir dolar yaklaşık olarak 8,6 dirhem civarında.

Marakeş’in ünlü meydanı Cema ül Fena, zamanın durduğu bir ortaçağ panayırı gibi. Gündüz de hareketli olan meydanda perde akşamüstü 5 gibi iniyor ve ortaya Spielberg’in film platolarını anımsatan bir görüntü çıkıyor. Her türlü yemeği pişirip satan satıcılar, müzisyenler, falcılar, akrobatlar, şifalı ot satıcıları, yılan oynatıcıları, sokak bahisçileri baş aktörler olarak sahnedeki yerlerini alıyorlar. Her gösterinin bir bedeli var. Bahşişleri hazırlayın.

Marakeş’in sembolü olan ve 67 metrelik görkemli minaresiyle dikkat çeken Kutubiye Camii ise yaklaşık 800 yıldır dimdik ayakta. 19. yüzyılda inşa edilmiş olan Bahya Kraliyet Sarayı, Fas’ın en çok fotoğraflanan yerlerinden olan Menara Bahçeleri ve Ahmet El Mansur tarafından 1602’de yaptırılan El Badi Sarayı şehrin mutlaka görülmesi gereken yerlerinden.

Fas’ın kültürel başkenti olan Fez, Arap dünyasındaki en iyi korunmuş ortaçağ şehrinin de merkezi. Eski Fez (Fez ül Bali) dar sokakları, camileri, medreseleri, çarşıları ve atölyeleriyle ünlü. 1357 yılından kalma Bou İnania Medresesi Fas’ta Müslüman olmayanların girebildiği nadir dini eserlerden biri. Çatıdan şehrin güzel manzarasını kaçırmayın.

Yeni Fez’deki (Fez Cedid) başlıca tarihsel yapılar ise renkli minaresiyle ünlü Büyük Cami ve bitişiğindeki Kraliyet Sarayı.

“Peki Kazablanka’ya ne oldu?” diye soracak olursanız, tavsiyem onu filmlerde bırakmanız. Bu şehir, Mekke’den sonra dünyanın ikinci en büyük camisinin (Kral Hasan) bulunduğu yer.

Vaktiniz varsa Fas’ta görülecek çok yer var. Bir yandann bembeyaz zirvelere ev sahipliği yapan, kayak pistleriyle süslenmiş Atlas Dağları, diğer taraftan gizemiyle büyüleyen ve büyüklüğüyle insanda hiçlik duygusu yaratan Sahra Çölü. Fas’a gidip de bu yerleri görmezseniz çok şey kaybetmiş olursunuz. ollara, duvarlardan toprağa kadar her yer kızıl olduğundan “Kızıl Şehir” deniyor.
Kokularının dışarıya taştığı baharatçılar, halıcılar, kuyumcular, seramikçiler, bakırcılar, tahta oymacıları gün boyu müşterilerini bekliyor. Fas’ta pazarlık etmeden alışveriş yapmayın. Fiyatın dörtte birini ya da yarısını teklif edin. Para biriminin dirhem olduğu ülkede bir dolar yaklaşık olarak 8,6 dirhem civarında.

Marakeş’in ünlü meydanı Cema ül Fena, zamanın durduğu bir ortaçağ panayırı gibi. Gündüz de hareketli olan meydanda perde akşamüstü 5 gibi iniyor ve ortaya Spielberg’in film platolarını anımsatan bir görüntü çıkıyor. Her türlü yemeği pişirip satan satıcılar, müzisyenler, falcılar, akrobatlar, şifalı ot satıcıları, yılan oynatıcıları, sokak bahisçileri baş aktörler olarak sahnedeki yerlerini alıyorlar. Her gösterinin bir bedeli var. Bahşişleri hazırlayın.

Marakeş’in sembolü olan ve 67 metrelik görkemli minaresiyle dikkat çeken Kutubiye Camii ise yaklaşık 800 yıldır dimdik ayakta. 19. yüzyılda inşa edilmiş olan Bahya Kraliyet Sarayı, Fas’ın en çok fotoğraflanan yerlerinden olan Menara Bahçeleri ve Ahmet El Mansur tarafından 1602’de yaptırılan El Badi Sarayı şehrin mutlaka görülmesi gereken yerlerinden.

Fas’ın kültürel başkenti olan Fez, Arap dünyasındaki en iyi korunmuş ortaçağ şehrinin de merkezi. Eski Fez (Fez ül Bali) dar sokakları, camileri, medreseleri, çarşıları ve atölyeleriyle ünlü. 1357 yılından kalma Bou İnania Medresesi Fas’ta Müslüman olmayanların girebildiği nadir dini eserlerden biri. Çatıdan şehrin güzel manzarasını kaçırmayın.

Yeni Fez’deki (Fez Cedid) başlıca tarihsel yapılar ise renkli minaresiyle ünlü Büyük Cami ve bitişiğindeki Kraliyet Sarayı.

“Peki Kazablanka’ya ne oldu?” diye soracak olursanız, tavsiyem onu filmlerde bırakmanız. Bu şehir, Mekke’den sonra dünyanın ikinci en büyük camisinin (Kral Hasan) bulunduğu yer.

Vaktiniz varsa Fas’ta görülecek çok yer var. Bir yandann bembeyaz zirvelere ev sahipliği yapan, kayak pistleriyle süslenmiş Atlas Dağları, diğer taraftan gizemiyle büyüleyen ve büyüklüğüyle insanda hiçlik duygusu yaratan Sahra Çölü. Fas’a gidip de bu yerleri görmezseniz çok şey kaybetmiş olursunuz.

15 Kasım 2007 Perşembe

İLK BİLGİSAYARIN İCADI KİM NASIL BULMUŞ


İnsanlığın ilk günlerinden beri hesap yapmaya her zaman ihtiyaç duyulmuştur. İlk insanlarda hesaplama; varlıkları başka bir grubun elemanlarıyla eşleştirme yapılarak yapılmıştır. ÖR: Bir sürüdeki koyunları çakıl taşları temsil ediyordu ve bu taşlar bir torbada saklanıyordu. Bir koyun eksilirse bu çakıl taşlardan taş çıkarılıyordu, ya da taş ekleniyordu.

İnsanların hesaplama yöntemi ilk kez Abaküsle düzenlenmiştir. Böylece, Pozisyona bağlı sayı gösterimine başlandı.

İşlemler sembolik gösterimlerle ifade edildikten sonra Papirüs denen kağıtlar ve hayvan derileri depolama aracı olmuştur.

Başta Taşkentli alim Muhammed İbni Musa el Harezmi olmak üzere bazı isimler bilgisayar ve parçalarını bir araya getirmiştir. Günümüzdeki adını El Harezmiden almıştır.

Algoritma bilgisayar programının alt adımlarının gösterimidir.

1642’de Blaise Pascal eldeki toplama yapan oyuklu makine geliştirdi. 1673’de Gattfried Leibniz çarpma yapan makine geliştirdi.

1801’de Jasoph - Marie Tacguard otomatik dokuma tezgahı icat etti. Bu makine, insan yerine makine kullanımına geçtiği için Fransa’da isyana neden oldu.

1802 yılında Charles Bobboge çalışmaları yetersiz buldu ve Fark Makinesini icat etti. Bu makine için İngiliz Hükümetinden yardım istediği için tarihe geçti.

1833’te ise Bobbege Analitik makineyi icat etti. Bu yüzden Babbage’a “Bilgisayarın Babası” dendi.
1925’te Vannevar Bush integral ve diferansiyel alabilen bir analiz makinesi icat etti. 1930’da nihayet dünyanın en büyük hesaplama aygıtı yapıldı. 1935’te Alman Konrad Zuse elektrikli ikili tabanda işlem yapan Z-1 adlı bilgisayarı geliştirdi. 1938’de Z2 tasarlandı. Konrod 2. Dünya savaşından sonra Zürih üniversitesinde Z-4 adlı bilgisayarı geliştirdi.

2. Dünya Savaşı boyunca uçaksAvarlar için bilgisayara ihtiyaç duyuldu.

İlk geniş ölçekli otomatik, elektromekanik bilgisayar Howard Aiku ve Messrs tarafından 1944’te gerçekleştirilen MARK I’dır.

1943’te başlanan ENIAL bilgisayarı değişik üniteleri bağlayan, programlanabilen, paralel hesaplama yapan dev bilgisayardır.

1947’de transistör icat edildi.

Transistör bilgisayara güvenilirlik ve hız getirdiğinden bir devrim oldu.

1960’da Gene amdahl kesirli sayılarda işlem yapan, ilk TİCARİ BİLGİSAYARI yaptı.

1957’ye kadar bilgisayarda bellekler kısaydı. 1957’de RAMAL hard diske sahip ilk bilgisayarı üretti.

1958’de elektronik dönem tam anlamıyla başladı.

Uzun yıllar süren çalışmalardan sonra General Electric Firması, bankacılık işlemlerini son derce kolaylaştıran 32 ERMA adlı bilgisayarı geliştirdi. İlk defa bir bankacılık otomasyonu gerçekleşmişti. Bu olay, daha sonra bankamatikler ve elektronik kişisel bankacılık gibi modern teknolojiler için ilk adım niteliğindeydi.

Ticaret ve işletme sektörlerinin ihtiyacı olan programların yazılması için FORTRAN gibi matematiksel amaçlı geliştirilmiş bir dilin kullanılamayacağı, bunun yerine doğal dile yakın komut ifadeleri olan programlama dillerinin daha kullanışlı olacağı düşüncesiyle 1952 yılından itibaren çalışan Grace Murray Hopper 1960 yılında iş hayatı için gerekli programların yazımı için kullanılabilecek FLOWMATIC adlı programlama dilini üretti. Aynı yıl IBM firması da COMMERCIAL TRANSLATOR (Ticari Çevirmen) adlı bir programlama dilini satışa sundu.

1950’li yıllarda bilgisayarlar için yazılan işletim sistemleri programların hızlı bir biçimde sonlanmasını temel ilke olarak alıyor, kullanıcı için hiçbir kolaylık öngörmüyordu. 1961 yılında ilk interaktif (etkileşimli) işletim sistemi olan CTSS (Compatible Time Sharing System), Fernando Corbato tarafından IBM 7090/94 serisi bilgisayarlar için geliştirildi. Bu işletim sistemi, Stibitz’in geliştirdiği uzaktan kumandalı silahlar sayılmazsa, uzaktan erişimi sağlayan ilk bilgisayarların piyasada boy göstermesini sağlamış oldu.
IBM, 1964 yılında ilk geniş ölçekli ve gerçek zamanlı rezervasyon sistemini, Amerikan Havayolları için gerçekleştirdi. Aynı yılın 7 Nisan’ında yine IBM, bilgisayar alanında yeni bir dönemin başlamasını sağlayan, IBM uyumlu bilgisayar ailesinin ilk ferdi olan System/360 adlı makineyi piyasaya sundu. Aynı yıl içinde BASIC programlama dili, John Kemeny ve Tom Kurtz tarafından geliştirildi.

Pek çok firma daha büyük ve daha hızlı bilgisayarlar üretmeye çalışırken, Digital Equipment Şirketi, ilk gerçek minibilgisayar olan PDP-8 adlı bilgisayarı geliştirdi. PDP-8’in küçük bir komut seti, ilkel bir mikroprogramlama dili ve harika bir arayüz yeteneği vardı. Bu yüzden, bu bilgisayarlar, telefon hatlarını kullanarak proses kontrol yapabilen çok kullanıcılı sistemler olarak kullanılmıştır. Aynı yıl içinde MIT ile AT&T Bell Laboratuvarları’nın ortak çalışması sonucu, genel amaçlı, ortak bellekli ve çok kullanıcılı bilgisayarlar olan GE 600 seris ilk makine üretilmiştir.

Fairchild Firması’nın 1961 yılında ilk silikon tabanlı entegre devreleri piyasaya sunmasından yaklaşık 7 yıl sonra, 1967 yılında o teknoloji kullanılarak üretilen üçüncü kuşak bilgisayarlar ortaya çıkmaya başladı.

1969 yılında, internete atalık yapacak olan ARPA net çalışmalarına askeri haber alma amacıyla başlandı. Aynı yıl içinde Rıtchie ve Thompson, günümüzün vazgeçilmez işletim sistemlerinden UNIX üzerine çalışmaya başladı.

1971 yılında ortaya çıkan iki önemli ürün, kişisel bilgisayar döneminin başlamasına öncülük etti. Bu ürünler, ticari olarak piyasaya sürülen mikroişlemciler ile floppy disketlerdi. Intel Firmasının hesap makinelerinde kullanılmak üzere Japon Busicom Firması için ürettiği 4004 mikroişlemcisi ve IBM mühendislerinden Alan Shugart’ın ürettiği 8 inch floppy disket kişisel bilgisayar çağının başlamasına neden olan gelişmeler olmuştur.

1972 yılında ilk kişisel bilgisayar olan MITS 816 üretilmiştir. Bu bilgisayarın ne ekranı, ne klavyesi vardı. Fakat meraklı amatörler için son derece ilgi çekiciydi. Aynı yıl içinde, NASA bilgisayar kontrolü ilk uzay uçusu gerçekleştirdi.

1974 yılında Intel, trafik ışıklarının kontrolü için 8080 mikroişlemcisini üretti. Bu işlemci daha sonra Altair adlı bilgisayarda kullanıldı. Intel’e rakip olarak ortaya çıkan Zilog firması Z80 mikroişlemcisini üretti. Gary Kildall, bilgisayar mimarisinden bağımsız olarak her platformda çalışabilen CP/M adlı işletim sistemini yazdı. Aynı yıl içinde, ilk ATM (bankamatik)’ler kullanılmaya başlandı.



1975 yılında 375 dolara satılan, klavyesiz ve ekransız ALtair 8800 adlı bilgisayar üretildi. Microsoft firmasının kurucusu Bill Gates ile Paul Allen, bu bilgisayar için bir BASIC derleyicisi yazdılar. Bu yıl içinde, IBM firması 5100 adlı ilk kişisel bilgisayarını üretti. Seymour Cray, Cray I adını verdiği ve bugün de hala vazgeçilmez süperbilgisayarlar olan Cray’lerin ilkini tasarladı.

1976 yılında, ekran ve klavyeye sahip bilgisayar olan Apple II adlı bilgisayar, Steve Jobs ve Steve Wozniak tarafından üretildi. Apple II, kıa sürede ortaokullara ve liselere girdi ve ilk “bilgisayar” derslerinde kullanılmaya başlandı.

1978 yılında, Daniel Bricklin ve Bob Fransston tarafından yazılan Visicale, günümüzde kullandığımız Excel gibi gelişmiş yazılımlara öncülük yapacak tablolama programı olarak ortaya çıktı. 1979 yılında is eMicropro International Firması ilk kelime işlem programı olan Wordstar’ı piyasaya sürdü.

1981 yılında, Microsoft firmasıyla anlaşan IBM önceki makinelerinde kullandığı işletim sistemi olan CP/M’in yerine DOS işletim sistemini yazdırarak, bu yeni işletim sistemi kullanan IBM PC’yi üretti. Aynı yıl Commodore firması VIC-20’yi üreterek, 1 milyon adet satmayı başardı.

1982 yılından itibarin bilgisayarlar film sektöründe kullanılmaya başlandı. Disney Stüdyoları’nda yapımı gerçekleştirilen Tron adlı filmin tüm karakterleri bilgisayar tarafından canlandırılmış ve özel efektler bilgisayar aracılığıyla üretilmişti.

1983 yılında Mitch Kapor, Lotus 1-2-3 adlı tablolama programını yazarak Visicalc’in elinden liderliği aldı. 1978 yılında, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın çalışmalarına başladığı “modern” yüksek seviyeli bir programlama dili geliştirme çalışmaları bu yıl içinde tamamlandı. Bu yeni dile “ADA” ismi verildi.

1986 yılında, Intel Firması 1980’de ürettiği 80806 işlemciler ve 1994 yılında ürettiği Pentium işlemciler arasında bir geçiş olarak nitelendirebileceğimiz 80386 mikroişlemcisini üretti. Aynı yıl içinde süperbilgisayarlarda da çok önemli gelişmeler yaşandı. CRAY X-MP adlı 4 paralel mikroişlemcili bilgisayar saniyede 713 milyon kesirli sayı işlemi yapabiliyordu. İlk süper bilgisayar olan IBM STRETCH ise saniyede 5 bin kesirli sayı işlemi yapıyordu.

1990’lı yıllara geldiğimizde ise, 10 yıl öncesinin süper bilgisayarlarında kullanılan mikroişlemcilerin gücüne sahip işlemcilerin kişisel bilgisayarlarda kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Yaygın olarak genellikle Intel’in Pentium serisi mikroişlemcilerini içeren bu bilgisayarlar ile yüksek hız gerektiren grafik programları, gelişmiş görsel programlar ve ses ile görüntü ağırlıklı çokluortam (multimedya) programları oldukça iyi performanslarla çalıştırılabilmektedir. Yaptıkları işleme göre fiyatları oldukça tatminkar olan bu bilgisayarlar, hemen her alanda kullanılmaktadır.
bu bilgiler internetten alıntıdır

11 Kasım 2007 Pazar

GÜZELLİK FORMÜLLERİ



Naomi, selülite karşı kahve masajı yapıyor

Dünyanın en güzel modellerinden olan Naomi Campell, sütün mucizesine inanan ünlülerden. Kusursuz bir fiziğe sahip olan Campell, cildinin güzelliğini süte borçlu olduğunu söylüyor. Ilık süt banyosundan asla vazgeçemediğini söyleyen 33 yaşındaki model selülitlere karşı kahve ile savaşıyor. Vücudunda selülitlerin yerleşmeye müsait olan kısımlarını kahve ile ovan Campbell, aynı zamanda bu bölgeyi üzerine kahve serpiştirdiği folye kağıtları ile kaplıyor.

Loren'in gençlik aşısı domates

Eylül ayında 70 yaşına girecek olan dünyaca ünlü İtalyan film yıldızı Sophia Loren'in güzelliğinin sırrı ise domateste gizli. Domatesleri soyup püre haline getirdikten sonra içine bir kaşık bal ve zeytinyağı katan Loren, bu karışımı yüzüne sürdükten sonra bir saat bekliyor. Botox'a karşı olduğunu söyleyen Loren, bu yöntemle cildinin kırışmaya karşı direnç ve ışıl ışıl bir görünüm kazandığını belirtiyor.

Salatalık maskesi

Alman oyuncu Iris Berben de 53 yaşında olmasına rağmen hala 40'lı yaşlarına yeni girmiş gibi görünüyor. Genç kızlığından bu yana annesinden öğrendiği güzellik maskesini uyguladığını söyleyen Berben, salatalığın mucizesine inanıyor. Salatalığı püre haline getirdikten sonra biraz sütle karıştıran sanatçı bunu yüzünde 20 dakika bekletiyor. Daha sonra yüzünü sadece suyla yıkayan Berben, bu maskeyi her gün uyguladığını söylüyor.

Patatesle bronzlaşıyor

Çılgın pop yıldızı Aguilera ise çiğ patatesin cildi dinlendirdiğine ve doğal bir bronzluk kazandırdığına inananlardan. Her gün çiğ patates dilimlerini ciltte gezdiren 23 yaşındaki sanatçı bunun hem sivilceye iyi geldiğini, hem de parlaklık ve bronzluk kazandırdığını söylüyor.

Parker'ın tercihi kuşburnu

Gözlerinin etrafındaki morluk ve mimiklerden oluşan kırışıklıklardan yakınan Hollywood'un seksi yıldızı Sarah Jessica Parker da bu bölgeye kuşburnu yağı ile masaj yapıyor. Bunun dışında günde en az 4-5 bardak kuşburnu çayı içen Parker bu poşetleri atmayarak gözlerinin üzerine yerleştiriyor.

Siegel, Aspirin kullanıyor

36 yaşında olmasına rağmen hala yüzündeki sivilcelerle mücadele etmek zorunda kaldığını söyleyen Alman yıldız Dagmar Siegel bunun için Aspirin kullanıyor. Sivilceli bölgeye hafif suyla ezdiği Aspirin'i süren Siegel bu yöntemin çok işe yaradığını savunuyor. Ancak yine de açık yaralara Aspirin sürülmemesi gerektiğini unutmayın.

Cindy Crawford'ın kırışıklığa karşı doğal çözümü Top model Cindy Crawford, fotoğraf çekimlerinden bir gece önce gözlerindeki şişin inmesi için bu bölgeye çiğ patates dilimleri yerleştiriyor. İki çocuk annesi 38 yaşındaki Crawford patates dilimlerinin aynı zamanda kırışıklıklara da iyi geldiğini söylüyor.

Cameron Diaz'ın losyonu süttozu

Genç kızken akne sorunu olan Cameron Diaz, yüzündeki ufak tefek izleri mükemmel bir mak- yajla kapatıyor. Cildini te- mizlerken hırpalanmamasına özen gösteren sarışın yıldız, peelingler yerine süt tozunu tercih ediyor. Süttozunu hafif ıslatarak yüzüne halkalar şeklinde masaj yapan Diaz, bu sayede cildinin yumuşak ve taze olduğuna inanıyor.

Elma dopingi

Güzel sanatçı Bullock, elmayı adeta bir güzellik doktoru olarak tanımlıyor. Günde en az iki elma yediğini söyleyen 39 yaşındaki Sandra Bullock, bu meyvenin hem bağırsakları çalıştırdığına, hem de cildi güzelleştirdiğine inanıyor. Hollywood'un aranılan aktristi, aynı zamanda elmaların kabuklarını yüzüne yerleştirerek içindeki asitlerin peeling etkisi yaptığını ve hücre yenilemesinde etkili olduğunu belirtti.

9 Kasım 2007 Cuma

PARFÜMÜN TARİHİ


Parfüm aslında insanlığın tarihi kadar eski. Latince “per fumum” yani dumanın içinden anlamına geliyor ve antik çağlardan beri insanları etkiliyor. Kokuların çeşitli güçleri olduğuna inanan sihirbazlar ve büyücüler tarih boyunca hep gelip geçmiştir. Koku düşkünü olan Kleopatra tören alanına girmeden önce herkesin koklaması için bolca parfüm sürermiş.

Modern anlamda ilk parfüm 14. Yüzyılda Macar Kraliçesi Elizabeth zamanında üretilmiş. Araplar’ın egzotik kokularını da parfümün gelişmesine katkısı olmuş. Parfüm, gerçek kimliğini ise 17. yüzyılda Fransa’da Grasse’da bulmuş. 15. Louis’nin sarayıo devirlerde “la cour parfumee” yani koku sarayı olarak bilinirmiş. O yıllarda, sarayda banyo yapılmadığı ve sadece parfüm sürüldüğü de tarihi dedikodular arasında yer alır. Yine o dönemde 15. Louis’in metresi Madame Pompadour’un koku hastası olduğu, saray bahçesinden toplanan kokulu çiçeklerin bile üzerine parfüm sıktırdığı söylenir.

Güzel kokular, 18. yüz İngiltere’sinde moda olur. Ancak 1774’de Britanya Parlementosu, kocalarını güzel kokularla etkileyen kadınların bunu “büyü” amacıyla yaptığı hükmüne varır. Tabi ki bu da parfümün gelişimini etkiler. 1804’de İmparator Napoleon Bonoparte ve İmparatoriçe Josephine parfüm kullanımının öncüleri arasında yer alır. Almanya seferinden dönen askerlerin getirdiği lavanta, biberiye, bergamut ve portakal çiçeği karışımını “eau de cologne” olarak sürekli kullanırlar. 1800’lü yılların sonlarına doğru, vanilya, menekşe, gül, nergis gibi çiçek kokularının sentetik taklitleri yapılır. 19. Yüzyılda ise lavanta popüler kokular arasında yer alır. Bu dönemde kadınlar ve erkekler aynı kokuları da sürmeye başlarlar.

20. üzyılda ise parfümde Doğu’nun etkisi ağır basar. Parfüm kokuları kadar şişeleri de önem kazanır. Her bir şişenin, kokuyla girift olan kendine özgü bir anlamı ortaya çıkar. Hafif çiçek kokuları ve baharatlı kokular en yoğun tercih edilenler arasına girer. Şimdilerde ise parfümler öylesine özgür ki! Fresh, hafif, serin, kışkırtıcı, kadınsı...

PARFÜM KULLANMANIN PÜF NOKTALARI



Kadınlar parfüm kullanmanın en önemli etkisinin karşı cins üzerinde olduğunu düşünür ve parfümleri cinsel bir silah olarak kabul ederler. Oysa geçtiğimiz aylarda, A.B.D. Duke Üniversitesi Tıp Merkezi'nde yapılan bir araştırma parfüm kullanmanın karşı cinsi çekmek dışında yararları da olduğunu ortaya çıkarmış. Bunlardan en başta geleni, pafüm sürmenin özgüveni arttıran bir etkisi olduğu. Özgüveni arttıran ve moralin yükselmesini sağlayan doğru seçilmiş bir parfüm iş yerindeki performansı da olumlu bir şekilde etkiliyor. Tıpkı aromaterapi seanslarında olduğu gibi, günlük hayatta da güzel bir şeyler koklamak insanın kendisini çok daha iyi hissetmesini sağlıyor. Yalnız burada kullandığınız parfümün çok kuvvetli olmamasına dikkat etmek gerek. İş yerinde kullanmak için en uygun olan hafif çiçek, meyve ve sabunsu kokular.





SPORDA
Spor sırasında taze, canlandırıcı kokular kullananlar kendilerini daha zinde hissettiklerini belirtiyorlar. Yapılan bir araştırmada 10 kişiden dokuzu yeşil limon kokusunun temizliği ve ferahlığı simgelediğini belirtmiş. Bunun diğer bir nedeni de, vanilya ve lavanta gibi kokulara kıyasla, ten üzerinden daha hızlı bir şekilde uçan limon kokusunun bu sırada tende bir serinlik hissi yaratması. Limon kokusunun daha hızlı buharlaşmasının nedeniyse moleküler yoğunluk açısından diğer kokulardan daha hafif olması. Özellikle yaz aylarında bu kokular oldukça işe yarıyor.


GECE
Gece için parfüm seçerken en ağır kokuları bile tercih etmek mümkün. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var; eğer ölçüyü biraz fazla kaçırırsak etrafımızdakiler parfümle banyo yaptığımızı düşünüp bundan çok rahatsız olabilir. Peki gece için hangi kokular daha uygun ? Estee Lauder'ın "koku stilist'lerinden Karyn Khoury, gece için en uygun kokuların baharatlı ve odunumsu, oryantal kokulardan oluştuğunu belirtiyor. Zevkinize göre seçeceğiniz kadınsı bir koku, daha önce de belirttiğimiz gibi çok fazla kullanmamak kaydıyla, partnerinizin başını döndürebilir
Parfüm seçerken

* Parfüm denemek için en uygun zaman akşam üzeri; çünkü bu saatlerde koku alma duyusu güçlü çalışıyor. Ayrıca kış mevsiminde de - tabii burnumuz tıkalı değilse- yaz mevsimine göre daha güçlü koku alıyoruz.

* Parfümü sıktıktan sonra en az bir saat teninizde olgunlaşması için beklemeniz gerek. Bu zaman sırasında parfümdeki alkol uçacak ve parfüm teninizdeki kimyasal maddelerle etkileşime girerek gerçek kokusunu verecektir.

* Dergilerde parfüm ilanlarının kenarlarında kart üzerine denemeniz için sürülen koku örnekleri o parfüm hakkında iyi bir fikir verebilir. Ancak yine de sizin teninizde tam olarak nasıl durduğunu öğrenmek için bir parfümeride parfümü sıkarak denemeniz şart.

*Parfüm denemeye gitmeden önce yediklerinize biraz dikkat etmeniz gerekiyor. Niye mi? Çünkü baharatlı, acı ve yağlı yiyecekler teninizin kimyasını biraz değiştiriyor, bu da parfmünü kokusuna yansıyarak sizi yanıltabilir.
Daha dayanıklı parfümler için
İyi şaraplar gibi parfümler de havayla temas ettikten sonra bozulabiliyor. Ama iyi baktıktan sonra parfümünüzün bir yıl ve onsekiz ay arası dayanmasını sağlayabilirsiniz. Nasıl mı?

*Dökme değil spreyli şişeleri tercih edin. Bunun en önemli nedeni, ellerinizle temas eden parfümün bakterilere açık hale gelmesi ve daha kısa zamanda bozulması. Ayrıca spreyli parfümleri kullanması çok daha ekonomik.

* Parfümünüzü kutusunda saklamanız onun ışığa maruz kalmasını önleyecektir. Işık parfümün hem kokusunu hem de rengini bozan bir etken. Bu nedenle parfümü kutusunda ya da kutusu yoksa karanlık bir yerde saklamak en iyisi.

* Sıcak ve nemli ortamlarıyla banyolar parfümleri saklamak için pek de uygun mekanlar değiller. Buradaki sıcaklık ve nem parfümlerin kısa zamanda bozulmalarına neden olabilir. Yatak odaları parfüm saklamak için çok daha uygun.

Ne zaman çok fazla?

Parfüm kullanmayı sevenlerin yaptığı en büyük hata bunu biraz abartmak. Peki ne zaman az, ne zaman çok? İşte bunu anlamanızı sağlayacak birkaç ipucu.

* Parfüm kullanırken en ideal sayı, parfümü değişik bölgelere iki ya da üç kez püskürtmek.

* Parfümün tipi de miktarını belirlemede önemli bir etken; Eau de Parfum kuvvetli olduğu için her zaman daha az kullanılmalı. Eau de Toilette ise daha hafif ve uçucu.

* Burnunuzda kokuya duyarlı alıcılar bir süre sonra etkisiz olacağı ve kokuyu hissetmeyeceği için parfümü az mı, çok mu sıktığınıza karar vermeniz zor olabilir. Yakın birisine bunu sormaktan çekinmeyin.

* Cilt tipi de kokunun kalıcığılığını etkileyen bir unsur. Eğer yağlı cildiniz varsa koku daha yoğun ve uzun süre kalacaktır.

* Eğer fazla kaçırdığınızı fark ederseniz, nemli bir havluyu teninize dokundurarak parfümün fazlasını alabilirsiniz.

Neresi doğru, neresi yanlış?

Bilek içi ve kulak arkası: Bilek içleri ve kulak arkası parfüm uygulamasındaki klasik bölgeler. Bunun nedeni bu bölgelerin vücudun her yerine kıyasla daha sıcak olması ve parfümün yayılmasını kolaylaştırması. Oysa bu aynı zamanda parfümün uçup gitmesine de neden oluyor. Yani aslında bu bölgeler parfüm sıkmak için pek de ideal değil.

Yüz: Parfümde bulunan alkol özellikle hassa ciltlere zarar verebileceği için yüze parfüm sıkmak hiç doğru değil. Sadece bazı alkolsüz parfümler yüze sürülebilir. Erkeklerse tıraştan sonra after-shave uygulmasını yüzlerine değil, göğüslerine sürebilirler.

Göğüs, kalça kemiği ve bacak üstleri: Bu bölgeler parfüm sürmek için en ideal bölgeler. Havayla temas etmedikleri için parfümünüz teninize hapsoluyor ve kalıcılığını çok uzun süre koruyarak, koku yaymaya devam ediyor.

4 Kasım 2007 Pazar

ÜRGÜP




Ürgüp is the place where I always stay when I am in Cappadocia. Its bus station has good connections, Kayseri is one stop to the East, and the other Cappadocian places are all within easy reach. A minibus leaves for Nevsehir (with Orthisar, Ak Tepe or Üçhisar a twenty minutes walk from where they let you get off on the main road) every hour, and for Avanos, Göreme every second hour. And in case of necessity one can walk there (if you don't mind a two hour's strenuous walk to Avanos). The place itself is a bit larger than most of the others, has a bit less of their old character, but maybe I like that. Here are some of the many pictures I took there, some others may be added to complete the somewhat haphazard image they now provide. I was told that whereas there is Ortahisar (Middle Fortress) and Üçhisar (Third Fortress, a viewer thinks "Three fortresses" would be correct) there seems to be a "First Fortress" missing. That would be a former name for Ürgüp

yazılar ve resimler internetten alıntıdır

YABANCI DİLLERDE SENİ SEVİYORUM

Almanca Seni Seviyorum: Ich liebe dich

Fransızca Seni Seviyorum: Je t'aime

Rusça Seni Seviyorum: Ya tebya lubliu

Japonca Seni Seviyorum: Kimi o ai shiteru

İtalyanca Seni Seviyorum: Ti amo

Afrika Seni Seviyorum: Ek Het Jon Leef

İspanyolca Seni Seviyorum: E'Estimo

Kantoca Seni Seviyorum: Ngor Oi Ley

Fince Seni Seviyorum: Mina Rakastan Sinua

Klasik Yunanca Seni Seviyorum: Se Erotao

İbranice Seni Seviyorum: Ani Ohev Otach

Hintçe Seni Seviyorum: Mai Tumaha Pyar Karta Hu

Litvanyaca Seni Seviyorum: As Tave Myliu

Lehçe Seni Seviyorum: Kocham Cie

Portekizce Seni Seviyorum: Eu Te Amo

Romence Seni Seviyorum: Te İubesch

İsveççe Seni Seviyorum: Jag Alkskar Dig

Arapça Seni Seviyorum: Ana behibek

Ermenice Seni Seviyorum: Ves kez sirumen

Bulgarca Seni Seviyorum: Obicham te

Çekçe Seni Seviyorum: Miluji te

Hırvatça Seni Seviyorum: Volim te

Çince Seni Seviyorum: Ngo oiy ney a

Bangladeşçe Seni Seviyorum: Aame tuma ke bhalo aashi

Arnavutça Seni Seviyorum: Te dua