Google

28 Aralık 2008 Pazar


Kadın Nasıl Tavlanır.?

1. Bir kadın seni ilginç buldu, sen de bu durumu ilginç buldun. Durum ilginç olmadığı gibi ilişkiyi ilk onun başlatması olasılığı da çok zayıftır. Toplum, her durumda kadının kitabıdır ve toplum der ki; ilişkiyi başlatan bir kadınsa o kadının kötü şöhreti vardır. Kadın için toplum, ilginç bir adamdan daha önemlidir. Kadınlar hakkındaki bu bilgiyi atlamamak gerekir.

2. Kesinlikle ilişkiyi başlatan sen olmalısın. Çünkü onların hisleri ve düşünceleri bütünüyle safsatadır.

3. Eğer başka bir erkekle çıkıyorsa ona adamın işe yaramaz olduğunu, onun tipi olmadığını, mutlaka yanlış bir tercih yapmış olduğunu söyle.

4. Kadınların hisleri ve düşünceleri önemsizmiş gibi, hatta yokmuş gibi davranmak en iyisidir. Onlar bu tutumunu "Bana kadın gibi davranıyor" diye yorumlayacaklardır.

5. Derin düşün. Bir kadına, kendi tarzınla onun ne kadar harika gözüktüğünü söyle, ama öyle ki, gözlerinle onun düşüncesini ve vücudunu yiyip bitirmek istediğini söyle. Bu onu etkileyecek ve ne kadar derin biri olduğunu düşünecektir. Kadınlar her türlü yalanın derin bir düşünce olduğunu sanırlar.

6. Zerre kadar gururun yokmuş gibi davran. Spor yap, iyi giyin, popüler ol. Bütün bunlar bir kadın için senin ne kadar ahlaksız, kadın meraklısı, yenir yutulur bir lokma olmadığının göstergesi olacaktır.

7. Başlangıçta seksten başka bir şey düşünme ve müşkülpesent olma. İyisine ulaşmak için yığınla kadını elden geçirmen lazım. Gururundan başka kaybedecek birşeyin yok. Gurur ise sadece kaybedenlerindir.

8. Kendini kaliteli, düzgün biri olarak gösterirsen bu kadınları soğutur. Çünkü, diğer bütün kadınların da bundan feci şekilde soğuyacağını kalplerinin ta derinlerinde bilirler.

9. Birsürü kadını seviyor olsan bile, kadınların herbiri, sadece kendilerini sevdiğini sanırlar.




10. Bütün kadınları çekici buluyormuşsun gibi davranırsan bütün kadınlar da seni çekici bulur. Çünkü, kadınlar kendi başlarına düşünemezler (toplum kadının kitabıdır, hatırlarsanız). Eğer diğer kadınlar sizi önemsemiyorsa, ancak o zaman o da sizi önemsemez.

11. Kadınlarla birlikte olduğun o değerli zamanlarda onları aşağıla, küçük düşür ve ne yaptığını biliyormuşsun gibi davran. Elbisesinin basit ama saçlarının şahane olduğunu söyle ona. Ona zamanla doğru dürüst giyinmeyi ve öpüşmeyi öğreteceğini söyle.

12. Şüphede misin, hemen davran; onu biryere götür, öp onu, dokun ona, nazikçe elinden tutup yatak odana götür onu. Kadınlar, senin onları harekete geçirmeni bekleyip dururlar. Eğer ne yapacağına kararsız kalırsan, öyle bir değişirler ki, neden hala birşey yapmıyor diye şaşırıp kalırlar. Bu, bir kadının bir erkeği ciddiye alması için neredeyse her kadının başvurduğu, erkeklerden istediği, bir kendine güven testidir. Kadınların da kendilerine ait bir zekası vardır diye düşünürsen, senin aptal olduğunu düşüneceklerdir.

13. Artık farkına var ki reddedilmek öyle çok da mühim bir şey değildir. Bir kadın sana hayır dediğinde, bunun, tam da o anda esen rüzgarın doğru yöne değil de ters yöne esmesinden hiç te farkı yoktur. Bütün kadınların birbirine benzemesi gibi okyanusta daha bir sürü balık vardır.

14. Reddedilmekten korkarsan, kadınların gerçekten bir karar verecekmiş gibi hissetmelerine neden olursun! Bundan ötürü seni küçümserler. Olası seçenekleri değerlendirip gerçekten bir sonuca ulaşabilecek duruma sokulmayı hiç bir kadın istemez elbette.

15. Kadınları sıraya diz. Üç kadına sevişme teklif et, biri kabul edecektir. Onlara böyle basit metodlarla yaklaşırsan gururları okşanacaktır.

16. Kadınların bildiği kadarıyla kelimeler, aşk ve ihanet içindir. Bundan dolayı ASLA ve ASLA bir kadına öpebilir miyim diye sorma. Onu dikkatle dinle ama sakın söylediği herhangi birşeye inanayım deme. Daha ziyade onu tanıdığın kadarıyla, onun sözlerini yorumla.

17. Kadınlar beyinli değil fizikli yaratıklardır. Yani onlara aşık olduğunu söylemektense elini doğruca kasıklarına götür.

18. Feminizmin bütün hedefleriyle - özellikle (her ne ise) ana fikriyle - bütünüyle hemfikir ol. Aslında herhangi bir kadının herhangi bir konuda söylediği herhangi bir şeyle aynı fikirde olmalısın. Lakin ne yaparsan yap hiç bir zaman bir kadına gerçekte nasıl davranman gerektiğini unutma, yoksa aziz olma tehlikesiyle her an karşılaşabilirsin ve kadınların bildiği kadarıyla bir aziz kötü bir şakadan başka birşey değildir. Bütün bunlardan yola çıkarak kadına, ne kadar akıllı ve cesur olduğunu ve fakat tıpkı diğer bütün kadınlar gibi kendi başının çaresine bakamayan, düşüncelerinin ve inançlarını önemsiz olduğunu hissettir.

YAY BURCU ERKEĞİ

Yay Burcu er­keklerinin garip bir huyu vardır. Bunlar büyük beyaz bir ata biner, dörtnala caddelerden geçerken, kılıçlarını sallar ve davalarını savunurlar. Başka bir garip huylan daha vardır. Sirkteki palyaçolar gibi taklalar atar, fillerle kaba sakallı hanımı ayırdedemeyerek birbirine karıştırır, sonra sevinç-parauk helvalarını yerler.
Bu adam belirli manevralarla ele geçirilebilir. Ama ce şunu beyaz atından indirmeniz, şu fillerden uzak­laştırmanız ve tabii o sakallı hanıma da yol vermeniz ge­rekiyor. Davalar ve sirklerden aile hayatı yaşamaya zaman kalmaz, kaldı ki duygusal el tutuşmalara.
Hemen hemen her zaman O’nun çevresinde bir kalabalık bulunur. Bu da başka bir engeldir. O’na yaklaş­mak için bütün bu insanların arasından kendinise yol açmak zorunda kalacaksınız. Ama karamsar olmayın çünkü bu adam son derece iyimser bir insandır. O kadar iyimserdir ki, düşmanları kendisine bir kutu at gübresi gönderseler, hiç alınmaz. Atı göndermeyi unuttuklarını düşünür. Bu çeşit bir iyimserlik tehlikeli olabilir.
Bu da, gerçekten körü körüne inancın başka bîr şeklidir. Yay erkeğinde bunlardan yığınlarla vardır. Şimdi körü körüne inanca bir diyeceğim yok. Kendim de bir ateş burcundan olduğum için, bunu anlarım. Ancak, böyle safça bir inanış Yay * in sık sik çamura düşmesine neden olabilir. Elinde yay ve okla sürekli gökyüzüne bakarak ve hiç kim­senin ulaşmaya cesaret edemeyeceği bir hedef arayarak koşarken çamura düşmek kolaydır. Aslında hiç kimse böyle bir hedefe uiaşmaya çalışacak kadar sağduyudan yoksun değildir.
Güvenmek çok iyi bir şeydir, ancak yanlış insanlara güvenmek, bir yarış atını bile yavaşlatabilir. O, kelimenin tam anlamıyla gözü kapalı bir hayalci değildir. O’nun ha­yalleri her zaman Jüpiter’in zeki mantığının ve merakının süzgecinden geçer. Eğer bunlar Yay’ın dürüst kontrolü altında bulunursa, herhalde çılgınca oldukları kadar yararlı da olacaklardır; henüz dünya bunlara hazır olmasa bile, En ufak bir gerçekleşme umudu olduğu zaman, Yay boya­larını çıkarıp hayallerini en canlı ve cesur renklerle boya-yacaktır. Ancak, ileriye yönelik fikirleri ezmek için bekle­yen ve kendilerini kanıtlama şansını tanımadan bunlan boğan geri kafalılar her zaman bulunur ve ortalıkta ne çok geri kafalı bulunduğuna biliyorsunuz.
Yükseklerde dolaşan hayal gücü O’nun düşmesine veya iflas etmesine neden olabilir. Ama çok şükür ki, şans perisi her zaman O’nu tam zamanında kurtarır. Bu adam genellikle o kadar şanslıdır ki, bu kadarı haksızlık gibi görünebilir. O, dağ başına maden aramaya gitse ve bir tor­ba kaya parçasıyla dönse, bunların altın olmayışına bîr süre ağladıktan sonra uranyum olduklarını keşfeder. Met­ronun girişinde ayağınızın dibinde parlak bir şey görüp te alsanız alüminyum jiklet kağıdı olduğunu görürsünüz. Onu Yay eğilip alsa, Harry Winston’un taksiye el sallarken düşürdüğü Hope Elmasının parçası çıkar.
Bu çeşit bir talihi olunca, Yay doğal olarak iyimserdr. Her zaman kayanın kaya, Alüminyum kağıdının da alü­minyum olduğu günler vardır, ancak tipik Yay böyle ezici darbelerin etkisinden çabuk kurtulur. Sizin Jüpiter erke­ğinin aşktaki şansı da aynen böyledir. O şanslıdır. Şansı yaver gitmediği zaman, çabucak kendini toparlar. O, dürüst olmayan insanları diğerlerinden ayırır, çevresinde bu kadar arkadaşı ve dostu olmasının nedeni de budur. İnsanların dış görünüşünün ötesine bakarak aldatıcı olmayan gerçek değerleri arar. Bu, düşmanları olmaması demek değildir. Kuşkusuz düşmanı da vardır, ama başka bu rçl ardaki in­sanların düşmanlarına oranla, Yay’ın düşmanlarının sa­yısı daha azdır. O’nun içtenlikle söylediği sözlere güce-nenler boğazını sıkıp boğmak isteyebilirler, ancak genel-iîjde eninde sonunda kötü niyetli olmadığını anlarlar. Yay erkeğinin günahı hiç bir zaman kasten acımasızca kötülük )’. etmek değildir, sadece nezaketsizlik ve düşüncesizliktir. (; Artık anlamış bulunuyorsunuz ki, Yay’ın konuş­ması, sembolik oku kadar direkttir. Çirkin şeyler söyle­yebilir ve eğer O’na aşıksanız, bu sözleri yanma kar kala­bilir. Ancak, henüz tanıştığınız bir Yay erkeği parlak, dik­katli bakışlarını yüzüne dikerek size. tam bir erkeğin met­res olarak seçeceği kız olduğunuzu söylediği zaman O’na ne kadar içerlerseniz haklı olursunuz. Bütün gücünüzle Suratına bir tokat indirmeye hazırlanırken, yüzüne o masum,,çocukça ifadeyi takınarak silahınızı elinizden alan jir içtenlikle, asıl istemek istediği şeyin şu olduğunu İÇiklar; orta çağdaki krallar ve aristokratlar çıkarlarını İüşünerek evlenirlermiş ve bu yüzden eşleri çoğunlukla isil kan taşıyan çirkin ve sıkıcı yaratıklar olurmuş. Öte /andan metresleri, kurallar el verse aşık olup evlenmek için seçecekleri, çok güzel ve zeki kadınlarmış. Yay bunlan okumaktadır, çünkü özellikle o çağda olup bitenleri merak
eder. Siz bu sözleri dinleyince sakinleşirsiniz ve hatta kendinizi biraz mağrur hissedersiniz. Öyle ya, mecbur ol­madıkça kaç erkek tarih okumak için saatlerini harcar? O bir dahi olmalı. Düşünün bir kez, bir entellektüelin eşi olabilirsiniz! Yanlış. Bir entellektüelin metresi olabilirsi­niz. Siz O’nun beynini böyle değerlendirmeye başlayınca, farkında olmadan asıl teklif ettiği şeyi olumlu karşılamış olacaksınız. O da hemen harekete geçecek ve siz düşmüş bir kadın olacaksınız.
Kadınlar çoğunlukla Yay’ın davranışlarım yanlış yorumlar ve aralarındaki ilişkiyi gerçekte olduğundan daha fazla ciddi zannederler. Aynı şekilde; hafif, fiziksel olma­yan bir arkadaşlık, sadece arkadaşça dolaşacağı bir kız ararken de, karanlık emeller peşinde koştuğu samlabilir. Her iki şekilde de yay zararlı çıkar. Ama O gene de şanslıdır ve bütün bu karışıklık düzelir. O bir flörttür, bu irkar edilemez, ancak yalnızca seks aramamaktadır. Ö değişiklikten ve kafaca uyarılmaktan hoşlanır. O sadece kendisini oyalarken bir kadın O’na yapışacak olursa, ara­larında geçen herşeyin şakadan başka bir şey olmadığını anlatmaya çalışacaktır. Bu durumda kızcağızın yapacağı hiçbir şey kalmaz. O sadece arkadaşça davranmaktadır.
O her zaman size duymak istediğiniz şeyleri söyle­meyecek. Çoğunlukla açık sözlülüğü ve utandırıcı soru­larıyla saçlarınızı diken diken edecek. Ama arada sırada öyle özel, öyle harikulade bir şey söyleyecek ki, size şarkı söylüyormuş gibi gelecek.
Size bir örnek vereyim. Sahne: Bir kahvehane. Tam O’nu sevdiğinizi söylemek için cesaretinizi topladığınız sırada, O hilesiz mavi gözlerini -veya kırpmadan baktığı kahverengi gözlerini- kocaman açarak size bakar ve me­rakla sorar; “Bu kadar kısa boylu olduğun için neler hisse­diyorsun? Bu seni sinirli filan yapmıyor ya?” Yutkunarak, erkekliğinize yakışır şekilde kendinizi toparlamaya çalı­şırken, ekler, “Aldırma. Kısa boylu bir çok erkek var. Örneğin Napolyon. Ve Fiarello Guardia” Bu neredeyse ha­karet üstüne hakaret demektir. Hiç kimsenin bu kadın kadar kabalığı haketmediğini düşünerek, tam kalkıp gitmek üzereyken, O hülyali dalgın bir bakışla, “Fasulye sırığı gibi erkeklerden nefret ederim” der. “Sen kusursuzsun. Bu gece birlikte buraya doğru yürürken dikkat ettim. Boyları­mız birbirine çok uyuyor.”
Oturun yerinize. Kalıyorsunuz. Uzun bir süre için. Arkadaş canlısı, samimi Yay kızı, garip bir çekicilikle kalbinizi fethetti. O her zaman biraz açık sözlü olacaktır, çünkü dünyayı, o komik pembe gözlüklerle bile, aynen olduğu gibi görür. Kabul etmeniz gerekir ki, bu da bir ye­tenektir. Her durumu açık, anlaşılır bir mantıkla ele almak, herşeyi olduğu gibi kabul etmeye karar vermek herkesin harcı değildir.
Yay kadınları her zaman, her yerde görülen pollyan-na’lardır. Daha çok para kazanmanızı dilediğini söyleye­rek, şu sözleri eklediği zaman kırılırsınız: “Kuşkusuz, fazla para insanları bencil yapar. Belki de fakir olduğun için şanslısın”. Kabul etmek gerekir ki, bu bir çeşit solak iyimserliktir, ama buna alışacaksınız. Bu kız size hiçbir zaman yaian söylemeyecektir. İçinizden “keşke biraz yalan söylese” dediğiniz zamanlar olacaktır. Birlikte olmadığınız geceleri nasıl geçirdiğini merak ettiğinizi belli ederseniz, geçen yaz tatilinde tanıştığı yakışıklı adama yazdığı mektuplar ve telefonla yapılan kaç buluşma teklifini geri çevirdiği konusunda size son derece dürüst, ayrıntılı rapor verecektir. Hatta belki de sıkıntılarını uykusuzluğa bağ­layarak, geceleri uyanık yatarken size karşı duyduğu şeyin aşk değil de, acaba arkadaşlık mı olduğunu düşündüğünü anlatacaktır. İçinizden O’na bağırmak gelecek, “Tanrı aşkına, arada sırada yalan söyle ne olur! Bir erkeğin de gururu vardır”. Sakın fazla yüksek sesle bağırmayın, sonra O’nu incitirsiniz. Hem kendisi de ateş almayan cinsten biri değildir. Yay kızlarının oldukça ateşli öfkeler içinde ken­dilerini kaybettikleri bilinir.
Yoksa o, birlikte sinemaya gidecekleri zaman küçük kız kardeşini de getirip getirmeyeceğini sorduğunda, “Aaa, umarım evlendikten sonra da sürekli asılmaz”, diye ağzın­dan kaçırdığına mı alınmıştı?” Belki de genç kızdan ger­çekten hoşlanabilirdi ama, Yay’lardaki evlendikten sonra eş yakınlarının nefes aldırmamaları korkusu O’nun böyle düşüncesizce ve patavatsızca birşey söylemesine neden olmuştu. Şimdi bozuştuğu erkek kadar O’nun kız karde-
sini de özltiyordu, ne var ki ne demek istediğini açıklamak İçin artık çok geçti ve O’nu hiç kimse anlamayacaktı.
Yay kızı için, bütün mantıklı düşüncelere karşın, böyle içinden çıkılmaz durumları anlamak olanaksızdır ve bu O’nu çoğunlukla asla gidilmemesi gereken bir romans ülkesine götürür; ateşin ne zaman ve neden alevleneceğini bilmez ve alevlendiği zaman yanacağından korkar. Sonra işi oluruna bırakır, hiç kimseyi ciddiye almaz. Açıkça flört eder ama, sürekli veya sonsuza kadar sürecek ciddi bir ilişki kurmayı düşünmez ve böylece soğuk ve kalpsiz bir kadın olarak tanınır. Bir ateş burcu hiçbir zaman soğuk ve kalpsiz değildir, ancak bunu bilmeyen astroloji cahili pek çok erkek vardır. Böyle olaylar yüzünden bir Yay kızı bekar kalırsa, kesinlikle hayata küsmüş, kabuğuna çekilmiş bir ihtiyar olmayacaktır. O gene de yaşamın tadını çıkaracak ve çok eğlenecektir. Bir erkek yerine çevresinde dolaşan bir çok erkek olacak ve O onların hepsinden hoşlanacaktır.
Gerçek şudur ki, O kalbi güven dolu bir çocuktur. Görünüşü o kadar saftır ki, kurtlara, tatlılıkla adam kandırma ustalarına ve şarlatanlara cesaret verir. Ne kadar akıllıca tartıştığını ve nasıl şaşırtıcı şekilde mantıklı olabildiğini unutun. Tüm bunların O’nun kalbiyle hiçbir il­gisi yoktur. Kafası tartışma götürmez. Parlak ve zekidir ve herhangi bir tehlikeden kendini kurtaracak güçtedir. Ama kalbi savunmasızdır. Sık sık düşer yaralanır.
O’nun bir başka özelliği de, biraz sakar olmasıdır. Bazen Yay kızı safkan, soylu bir at edasıyla caddeden aşağıya yürüyüp giderken O’nun gördüğünüz en zarif kadın olduğunu düşünürsünüz. Sonra birdenbire ayağı kaldırımdaki bir yarığa takılıp sendeleyince, dengesinibulmak için beceriksizce oradaki manavın tentesine sarılır ve iki sandık portakalın altüst olmasına neden olur. Manav belki biraz küfreder ama, çok geçmeden omzunu silkeler. O’na aldırmamasına söyleyerek eline bir salkım üzüm tutuşturur. Yay’ın neşesi en katı kalpleri bile eritir. Arada sırada bu kız size, kuyruğunu dostça sallayan ve ayağınızın üstünden geçen sakar bir köpek yavrusunu hatırlatacaktır. Böyle cana yakın köpekçileri pek çok insan sever ve besler. Tabii, köpekleri beslemek ucuza gelir. Tipik Jüpiter kızı çok iştahlıdır. O iyi yiyecekleri ve şarabı, güzel giysileri sever ve yolculukta hep birinci sınıfı seçer. Yay’lar do­ğuştan savurgandır . Paraya hiç değer vermezler ve onlara bir doların ne demek olduğunu anlatmak epeyce zaman alır. O’na kredi kartınızı ödünç vermeden önce yükselen bur­cunu dikkatle inceleyin.

8 Aralık 2008 Pazartesi

ÇÖREK OTU


Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) 14 asır önce şöyle buyurmuştu
“ buyurmuşlardır. (Buhârî, Tıbb, 7; Müslim, Selâm, 88)
"Ya Ali evinde bal ve çörek otu bulunduran kimse için melekler istiğfar getitirir."
O zamanlardan günümüze kadar geçen asırlar boyunca, bu ufak taneli gıdada her hastalığa şifânın olabileceğine birçok kimse dudak bükmüştü. Ama müslümanların yapması gerekeni Maren Franz adlı bir Alman yaptı ve çörek otunun sağlığımız üzerindeki faydalarını araştırıp, bu konudaki yayınları bir araya getirdi. Sonuçta:”Tabiattan Gelen Şifâ Kaynağı: ÇÖREKOTU” adıyla dilimize tercüme edilen 96 sayfalık bir kitap ortaya çıktı. Üstelik, Peygamberimizin çörek otuyla ilgili hadisinin kendisini uyardığını ve bu sözü rehber alarak bu kitabı hazırlamaya giriştiğini önsözde belirterek...
Bu yazımızda Maren Franz’ın kitabından yola çıkarak, çörek otunun mucizevi tesirlerini tanıtmaya çalışacağız.
Çörek otu niçin değerli?
Çörek otunun tohumunda doymamış yağ asiti, eterli yağ, vitaminler ve organizma için zaruri olan ve çok az miktarda tüketilmesi gereken değerli maddeler bulunur. Bu maddelerin karışımı, hasta kişinin iyileşmesine vesile olur.
Çörek otu tohumunda bulunan doymamış yağ asitinin metabolizmaya müsbet yönde tesir ettiği, bağışıklığı arttırdığı ve allerjiyi durdurduğu ispatlanmıştır. Bu sebepten çörek otunun astım, bağışıklığın zayıflığından meydana gelen marazlar ile sinir ve deri hastalıklarında başarılı sonuçlar vermesine şaşırmamalıdır.
Bu iyileştirici tesir, çörek otunu yemeklerde de kullanılan ve sevilen bir gıda haline getirmiştir. Zamanımızda özellikle ABD ve Avrupa’nın büyük ülkelerinde çörek otuna talep çok artmış, istekler karşılanamaz hâle gelmiştir. Almanya’da ise çörek otu tohumu ve yağı, saf veya hap şeklinde eczanelerde ve baharatçılarda yer almaya başlamıştır.
Savunma sistemimiz ve çörek otu:
Sağlam bir savunma sistemine sahip olan kişi, kendini genelde iyi hisseder ve nâdiren hastalanır. Çünkü rahatsızlıklara karşı mukavemeti fazla demektir. Böyle olunca mikrop, virüs ve mantarlarla baş edebilir.
Savunma sistemi zayıfladığında, şu hastalıklar ortaya çıkabilir:
•Mikroplu hastalıklar, bilhassa sık sık grip olma ve mesane iltihabı.
•Deri, mukoza ve bağırsakta mantarların oluşması.
•İnatçı herpes (uçuk).
•Sindirim sistemi bozukluklarından meydana gelen ishâl ve zayıflama.
•Kaşıntılı deri hastalıkları.
•Kronik (müzmin) rahatsızlıklar.
•Kanda dolaşım bozukluğu, yüzde belirli solukluk.
•Kronik yorgunluk.
•Cinsî isteksizlik.
•Uyku bozuklukları
Saymış olduğumuz bu hastalıklara yakalanmamak için savunma (immux) sistemimizin kuvvetli olması gerekir. Çörek otunun ise, immun sistemi güçlendirdiği binlerce yıldan beri bilinmektedir. Çörek otu, savunma sistemini dengelemekte ve mümkün olduğu kadar iyi çalışmasını sağlamaktadır.
Çörek otunun bu özelliği nereden kaynaklanır? Bilim adamları, bu sorunun cevabını modern teknolojinin yardımıyla bulmuşlardır. “Çörek otunun tohumunda organizmayı destekleyen yüzden fazla madde vardır.”
Kara mucizenin muhtevası:
Çörek otunun tohumunda takriben %38 oranında karbonhidrat, %35 oranında çeşitli yağlar, %21 oranında da albumin bulunur. Geri kalan %6 ise, yüzden fazla maddeden oluşur. Bu orana çok değerli olan doymamış yağ asitleri de dahildir. Linolen asidi, alfa linolenasidi ve iç yağı bunlar arasındadır. Eterli yağlar olarak kofur, nigellon, alfa-pinen vb. mevcuttur. Çok az miktarda bazı vitaminler (B1, B2, B6 folasidi niacin), mineraller (demir, kalsiyum, magnezyum, çinko ve selen) ve amino asitleri vardır.
Doymamış yağ asitleri ve eterli yağ, savunma sisteminde çok yararlıdır. Vitamin ve mineraller, savunma sisteminin işlemesinde önemli rol oynar. Çörek otunun tesiri, çok sayıdaki bu maddelerin karışımından gelmektedir.
Doymamış yağ asitlerin faydaları:
Doymamış yağ asitleri, metabolizmaya yardım eder. Hücrelerin büyümesi, gelişmesi ve yenilenmesinde yine buna ihtiyaç vardır. Ayrıca vücudun ihtiyacı olan hormonların gelişmesinde yardımcı olur. Yine alerjik sinyaller gönderen histamin gibi maddelerin artmasını engeller.
İşte doymamış yağ asitlerin faydaları:
•Hormanların yapımına katkıda bulunduklarından, sağlıklı bir savunma-hormon ve sinir sisteminin oluşumunu sağlar.
•Savunma ablukasının kaldırılmasında yardımcı olur.
•Savunma hücrelerinin gereğinden fazla çalışmasını engeller.
•Hücrelerin dağılımı, yenilenmesi ve hücre duvarlarının sağlam olmasına katkıda bulunur.
•Kandaki kolesterolü normale döndürür.
•Kan damarlarının gerginleşmesini ve dolaşım hızını tanzim ederek tıkanmayı önler.
•Tansiyonu düşürüp damar sertleşmesi ve kalp enfarktüsü riskini azaltır.
•Yaraların çabuk iyileşmesine, derinin pürüzsüz olmasına yardım eder.
İnsan vücudu, doymamış yağ asitlerini üretemediği için, dışarıdan almaya mecburdur. Bir gram çörek otu yağı, bu açıdan günlük ihtiyacımızı karşılamaktadır.
Çörek otunun diğer tesirleri
•Çörek otundaki nigellon ve alfa-pinen gibi eterli yağlar, solunum borusunu genişletip kramp gidericidir. Ayrıca ifrazı geliştirip öksürüğü hafifletir. İltihap giderici, ağrı dindirici ve idrar söktürücüdür. Devamlı kullanımda kan şekerini düşürür.
•Çörek otundaki B1, B2 ve B6 vitaminleri, birçok enzimlerin üretiminde önem taşır. Zira bunlar, savunma ablukalarını yok eder ve boyun altı bezini; dolayısı ile savunma sistemini güçlendirir. Folasidi vitamini ise, kalp ve tansiyon hastalıklarının riskini azaltır. Bunun yanısıra hücre yenilenmesinde de lüzumlûdur.
• Beta karotin, A, E ve C vitamini, selen gibi antioksitler vücudun savunma sistemini güçlendirir. Selen, vücudun zehirli maddeleri atmasında yardımcı olur.
Çörek otunun faydaları:
Bu kadar mükemmel olarak yaratılan ve Efendimiz’in (a.s.m.) methine mazhar olan çörek otu, bütün bu özellikleri ile:
•Mikrop, virüs ve mantarlara karşı öldürücü tesire sahiptir.
•İfraz boşaltıcı ve solunum borusunu genişleticidir.
•Kan şekerini düşürür.
•Damar hastalıklarını önler.
•Hazmı kolaylaştırır.
•Vücuttaki zehirleri süzerek atar.
•İdrar söktürücü özelliği ile safraya iyi gelir.
•Yaraların çabuk iyileşmesini ve hücrelerin yenilenmesini hızlandırır.
•Alerjiyi önler.
•Savunma sistemini dengeler.
•Hormon sistemini ve ruh hâlini sağlamlaştırır.
Özel hallerde faydaları:
•Çörek otu, müzmin hastalıklarda şaşırtıcı iyileşmeler sağlar. Çocuklarda özellikle sinir ve deri hastalıklarına, astım ile alerjiye iyi gelir.
•Çörek otu ürünleri (yağ ve ezilmiş bal karışımlı) hamilelik devresindeki şikayetleri azaltır. Yan tesiri olmayıp, bu devredeki hanımlara ve bebeklerini ana sütüyle besleyenler için süt kalitesinin bebeğe daha yarayışlı olmasını sağlar.
•Egzamalı deriye sık sık çörek otu yağı sürüldüğünde deri çabuk iyileşir. Yine deri hastalıklarında mikrop öldürücü tesirinden dolayı çok fayda verir.
Bazı Hastalıklarda Çörek Otu:
•Hazım zorluğu ve mide şişkinliklerinde çörek otu eskiden beri bilinmektedir.
•Hemoroide iyi gelir, çünkü damarları güçlendirir ve kan dolaşımını hızlandırır.
•Romatizma, şeker hastalığı ve kolesterolün yükselmesi gibi metabolizma hastalıklarına faydalıdır.
•İktidarsızlık ve kısırlıkta yine yarar verici tesire sahiptir. Çünkü çörek otu, cinsî hormanları tanzim etmekte, bedenî ve ruhî olarak zindelik ve dinçlik vermektedir.
•Çörek otu yağı kadınlardaki ay hâli sancıları ve diş ağrılarına karşı yine başarıyla kullanılmaktadır.
Sağlıklı olmak için çörek otu kürü:
Tabii muhtevası ile savunma sistemine, metabolizma ve hormonlara iyi gelen çörek otu, vücudu toksin adı verilen zehirli maddelerden temizler, kan dolaşımını güçlendirir ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. Cildi parlaklaştırır. Düzgün bir cilde, parlak saç ve gözlere sebep olur. Sağlıklı ve hayat dolu bir görünüm sağlar.
Çörek otu savunma (immun) sistemini güçlendirdiğinden, kanser, AIDS gibi çağın hastalıklarına karşı tavsiye edilmektedir. Yine tansiyon ve ateş düşürücü ve tabii antibiyotik tesirleriyle yaygın hastalıklara şifâ olmaktadır. Başta astım ve polen alerjisi olmak üzere alerjik hastalıklara, saç dökülmesine ve kepeğe karşı da tesirlidir.
Maren Franz’ın kitabından naklettiğimiz bu satırlar, çörek otunu “ölümden başka her derde deva” olarak tarif eden Peygamberimizin(a.s.m.) yüceliğini gözler önüne sermektedir. Çünkü Efendimiz(a.s.m.) çörek otunun daha yeni keşfedilen bu mucizevî özelliklerini asırlar öncesinden görmüş ve bunu da, kıyamete kadar gelecek olan insanların en iyi anlayacağı şekilde ifade etmiştir:

30 Kasım 2008 Pazar

GÜZELLİK ÖNERİLERİ

- Avokado Yağı : Avokado yağı, avokadodan elde edilir. Avokadoyu buzdolabınızda bulundurabilir ya da doğal avokado yağı içeren ürünler temin edebilirsiniz. Avokado yağı, A, D ve E vitamini açısından zengindir. Avokado, diğer doğal ürünlerden çok daha iyi cildinize nüfuz eder. Cilde yumuşaklık kazandırırken ince çizgilere karşı bakım sağlar.

- Jojoba Yağı : Jojoba yağı, pek çok şampuan ve besleyicide bulunmaktadır. Kendi vücudumuzun sebumunda yer alan vitamin, mineral ve proteinlere benzer vitamin ve proteinler içermektedir. Jojoba yağı, hücre yenilenmesini desteklerken aynı zamanda saçınızı ve cildinizi nemlendirir.

- Üzüm Tohumu : Yağı Üzüm tohumu yağını direk cildinize uygulayabilir ya da vitamin olarak alabilirsiniz. Üzüm tohumu yağı, vitamin ve mineral açısından oldukça zengindir. Cilde yumuşaklık kazandırırken nem de sağlar.

- Nane Yağı : Nane yağı, mükemmel bir doğal iyileştiricidir. Cildinizi canlandırır ve pürüzsüzlük kazandırır. Aynı zamanda baş ağrıları ve kas ağrılarının giderilmesinde de oldukça etkilidir.

- Süt : Dolabınızdaki süt, cildiniz için mükemmel bir üründür. Cildinizi pürüzsüzleştirir. Kuru veya tahriş olmuş cilt için oldukça uygundur.

2 Kasım 2008 Pazar

ZEYTİN YAĞRAĞI


Zeytin yaprağında, 60-90 mg/gr oranında, oleuropein bileşiği bulunmaktadır. En aktif antioksidanlar, fenolik ve polifenolik bileşiklerdir. Oleuropein, başlıca polifenolik antioksidanlardan biridir ve yaprağın en etken fenolik bileşiğidir. Bu bileşik aynı zamanda terapötik (tedavi edici) etkiye sahiptir. Oleuropeinin, doğal antibiyotik olduğu bilinir. Vücudun bağışıklık sisteminde, soğan ve sarımsak ile benzer etki gösterir.
Zeytin yaprağında ki, oleuropein maddesi ve hidrolizleri, antibiyotiklere direnç kazanmış mikroorganizmalar üzerinde, etkili ve çok değerli bir bileşendir.

Yaprakta, çeşitli flavonoidler bulunmaktadır. Fenolik ve flavonait bileşikler, vücudun bağışıklık sistemini güçlendirip; hastalıklara karşı dirençli olmasını sağlar. Zeytine uzun ömrünü verdiği söylenen, oleuropein maddesi, Avrupa'da, gençleştirici kremlerden, haplara ve sütlerin özelliklerini artırmaya yönelik olmak üzere, çok geniş alanlarda kullanılmaktadır.

Zeytinin yaprağında bulunan tanen, antiseptik bileşikdir. Yaprakların çayı ve tentürü kullanılır. Asırlardır yetiştiği coğrafyalarda zeytinin yaprağı, ilaç olarak kullanılmaktadır. Zeytinin yaprağı, düşük basınç altında, az ısıyla kurutulursa, yaprağın, hem değerleri değişmez hem de acılaşmaz.

4 Ekim 2008 Cumartesi

SAÇ DÖKÜLMESİNİN NEDENLERİ


1. Normal saç dökülmesi: Saçın yaşam döngüsüne bağlı olarak günde 100-150 kadar saç dökülmesi normaldir.

2. Fizyolojik saç dökülmesi: Hamilelik dönemindeki saç dökülmesi buna örnektir. Geri dönüşümlüdür.

3. Kişiye bağlı saç dökülmesi: Kişinin kendisinin yaptığı dökülme böyledir. Sıkı saç tokaları sonucu oluşabilir.

4. Enfeksiyonlara bağlı saç dökülmesi: Bazı mantar enfeksiyonlarında görülür.

5. Alopesi Areate: Lokalizedir ve yama tarzında saç dökülmesidir. Uygun tedavi ile geri dönüşümlüdür.

6. Angen Effluvium: Radyasyon ve bazı kimyasalların neden olduğu saç kaybı.

7. Telogen Effluvium: Strese ve kronik hastalıklara bağlı saç kaybı.

8. Travma ve basıya bağlı saç köklerinin hasar görmesi

28 Eylül 2008 Pazar

BAYRAM MESAJLARI

Bayramlar, dargınlıkların unutulduğu, insanların barıştığı, kardeşçe kucaklaştığı günlerdir. Bayramlar, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulandığı bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir. Sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle...



Dostluğu, sevgiyi ve geleceği... Aşımızı, ekmeğimizi, soframızı... Hüznümüzü, acımızı, yalnızlığımızı paylaştığımız; birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik ve dostluğumuzu en sıcak şekilde hissedeceğimiz mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder, mutluluklar dilerim.



Güzellik, birlik, beraberlik dolu, her zaman bir öncekinden daha güzel ve mutlu bir Kurban Bayramı diliyoruz.



Allahın rahmeti üzerine olsun. Sana gelen her iyilik Allahtandır, bütün kötülükler nefsindendir. Mekanın cennet yuvan huzurlu kalbin Allah ile dolu bayramın mübarek olsun.



Hep bir arada, sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle, Ramazan Bayramınız kutlu olsun! Mübarek Ramazan Bayramı tüm ulusumuza kutlu olsun. Allah tüm inananlara nice huzurlu, bereketli bayramlar nasip etsin.


yağmuru kıskandım,sana dokundu diye.rüzgara kızdım,kokunu aldı diye.yollara küstüm,seni benden aldı diye.tek geceleri sevdim,seni rüyalarıma yolladı diye.hayırlı bayramlar

Bugün sevinç günü, kederleri bir yana bırakıp mutlu olalım. Ramazan Bayramını doya doya yaşayalım. Hayırlı bayramlar! Her şeye kadir olan Yüce Allah, bizleri, doğru yoldan ve sevdiklerimizden ayırmasın! Hayırlı ve bereketli Ramazan Bayramları dileğiyle.


Varlığı ebedi olan, merhamet sahibi, adaletli Yüce Allah kendisine dua edenleri geri çevirmez. Dualarınızın Rabbin yüce katına iletilmesine vesile olan Kurban Bayramınız mübarek olsun.



Bayramlar berekettir, umuttur, özlemdir. Yarınlar niyettir. Kestiğiniz kurban ve dualarınız kabul olsun, sevdikleriniz hep sizinle olsun.. Bayramınız mübarek olsun...



Bugün Kurban Bayramı, kurbanlar kesilecek sevap niyetiyle etler dağıtılacak herkese. Yürekler bir olacak gönüllere kilitlenecek. Gökler rahmet bereketiyle yağmurlar boşaltacak yeryüzüne. Bugün hepimizin yüreği şenlenip bayram sevinciyle coşacak. Hepimizin Kurban Bayramı kutlu olsun.



Her ilkbaharda gelinciklerin en güzel başlangıçları müjdelemesi gibi, bu bayramın da sana ve ailene mutluluk ve neşe getirmesi dileğimle. Kardeşliğin doğduğu, sevgilerin birleştiği, belki durgun, belki yorgun, yine de mutlu, yine de umutlu, yine de sevgi dolu nice bayramlara


En delice esen seher yeli, en güneşli günler, en parlak gecedir bayramlar. Kurban Bayramınız kutlu, her şey gönlünüzce olsun.

Bayramlar o kadar büyülüdür ki, gelişi bütün bir yıl beklenir ve gidişindeki keder de ancak böyle bir ikinci geliş ümidiyle hafifler; tasa iken sevinç olur, hüzün iken beklenen bir neşeye dönüşür. Kurban Bayramınızın da böyle bir neşeyle gelmesi ve tüm ailenizi sevince boğup evinize bereket getirmesi dileğimizle? İyi bayramlar!

Kurban Bayramının ulusumuzun diriliğine, mazlumların kurtuluşuna, insanlığın huzur, barış ve hidayetine vesile olmasını dileriz.

Bu değerli Kurban Bayramında, kainatın yaratıcısı ve alemlerin Rabbi bağışlayıcı ve acıyıcı yüce Allah tüm dualarınızı kabul etsin.

Bugün ellerinizi her zamankinden daha çok açın. Avucunuza melekler gül koysun, yüreğiniz coşsun. Kurban Bayramınız hayırlara vesile olsun?

Bin damla serilsin yüreğine, bin mutluluk dolsun gönlüne, bütün hayallerin gerçek olsun, duaların kabul olsun bu bayramda... Kurban Bayramın mübarek olsun!

Her şeye kadir olan Yüce Allah, bizleri, doğru yoldan ve sevdiklerimizden ayırmasın! Hayırlı ve bereketli Kurban Bayramları dileğiyle?

Mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder hayırlara vesile olmasını dileriz. Bu hayırlı günde dualarınız kabul olsun. Dualarınızı eksik etmeyin...

Kurban Bayramını sevdiklerinizle beraber sağlık ve huzur içinde geçirmenizi dileriz. Bayram tüm insanlığa hayırlı olsun!

Küskünlerin barıştığı, sevenlerin bir araya geldiği, rahmet ve şefkat dolu günlerin en değerlilerinden olan Kurban Bayramınız kutlu olsun?

Bir bayram gülüşü savur göklere, eski zamanlara gülücükler getirsin, öyle içten öyle samimi, gözyaşlarını bile tebessüme çevirsin. İyi bayramlar!

7 Eylül 2008 Pazar

İSHAL (Amel): Patlıcan sapları temizlenerek sıcak suyla kaynatılır. ve suyu hastaya içirilir. Demli çay içirilir. Kuru çay yedirilir.
SOĞUK ALGINLIĞI: Isıtılmış toprağa yatırılır. Papatya veya ıhlamur kaynatılarak içirilir.
ÇIBAN: Baş soğan ateşte haşlanır yarayı kapatacak şekilde yara üzerine sarılır.
KURDEŞENİ (Dizanteri): İtburnu diye bilinen ot şekerle kaynatılarak hastaya içirilir.
KULAK AĞRISI: Tavşan yağı temiz bir parça ile ağrıyan kulağa sürülür.
EZİLME VE İNCİLME: Ezilen veya incilen bölgeye yeni kesilmiş bir hayvanın karın bölgesinde ki et çiğ ve tuzsuz olarak sarılır. İkinci bir yöntem KÜL HAŞULU uygulanır. Bir uzunca bez ocaktaki sıcak kül, tuz ve su ile karıştırılır. Bu üç karışımdan oluşan çamur bezle karıştırılır. Sıcak halde incilen bölgeye sarılır. Ezilen yer küçük bir alan ise ekmek ağızda çiğnenerek hamur haline getirilir. İnce bir beze koyularak ezilen bölgeye sarılır.
Ezilen veya darbe alan bölgeler büyükse yeni kesilen bir koyun veya kuzu derisi hastanın yaralı bölgesine sarılır.12 saat etli iç yüzü sarılı olarak,12 saatte dış yünlü yüzü arılı olarak yatırılır.24 saat sonra deri alınır. Hastanın ağrıları ve göveren yerlerinin iyileştiği görülür.

GÜNEŞ YANMALARI: sarımsaklı yoğurt yanan bölge üzerine sürülür.
BÖBREK TAŞI DÜŞÜRME. İki-üç gün beklemiş ayran bir torbadan süzülür. Elde edilen ayran suyu böbrek ağrısı olan hastaya içirilir.
ARI SOKMASI: arının soktuğu bölgeye bir demir parçası sürtülür veya sarımsaklı yoğurt sürülür.
MAYASIL (Mayasur):Kirpi eti yedirilir.
MİĞDE BULANTISI: Nane ve limon kaynatılarak içirilir.
BAŞ AĞRISI: Patates dilim, dilim kesilir. Alına dizilerek üzeri bir tülbentle sarılır.
DAMARLARDAKİ KİRLİ KANI TEMİZLEMEK: Damarlarda bulunan fazla kirli kanları almak için damarın şişen yerine (Varislere)sülük tutulur.) Sülük solucan biçiminde bir hayvan olup kan emicilik görevi yapar.
KAN ÇIBANI: Yaranın üzerine lokum sarılır.
KARIN AĞRISI: Bölgemizde yetişen yavşağan otu denen bitki kaynatılarak hastaya içirilir.
VÜCUTTA BİRİKEN İRİNİ ÇIKARMAK: (İLTAHAP) Yaranın üzerine siğil yaprağı koparılarak taze olarak sarılır.
AĞRI ALMAK VE DAMAR UZATMAK: İlçemizin ÖTEGEÇE denen mevkiinde yetişen karaağaç denen bodur bitkinin kökünün kabukları soyulur. Bir tenekede kaynatılır. Oluşan macun içerinin de uzun çaput parçaları sıcak halde bir gece bekletilir. Ertesi gün rahatsız olan bölgeye önce kaynamış bez daha sonrada temiz bir bez sarılır. İki gün ara ile işlem rahatsızlık geçene kadar tekrar edilir.Ağrı almak için başka bir yöntem ise arpa unundan yapılmış hamur bir bez aracılığıyla ağrıyan yere sıcak,sıcak sarılır.
SAC DÖKÜLMESİNİ ÖNLEMEK: Kına, yumurta, limon ve az bir yoğurt karıştırılarak macun haline getirilir. Sac diplerine yedire, yedire ovulur.
SOVUK ALGINLIĞI: (Zafiyet, dermansızlık ve mütemadiyen nöbet, nöbet ağrılar baş gösterir.) Kara Söğüt yaprağı bir havan içerisinde ezilir. Sarımsak,
nane, kaymaksız (torba) yoğurdu, sirke ve limon karıştırılır. İçilecek duruma gelene kadar azcık su ilave edilir. Hastaya içirilir.
ROMATIZMA: Acı kırmızıbiber, baş kili (Eskiden temizlik amaçlı deterjan maddesi görevini gören ince çekilmiş toprak) karıştırılır. Bu karıştırılan madde ağrıyan bölgelere sürülür. Diğer bir yöntem ise zencefil kökü dövülür sabunla karıştırılır. Oluşan madde vücutta ağrıyan bölgelere sürülür.
TİFO: Barsak bozukluğudur. Bulaşıcıdır. Hastanın ateşi yükselir. İnsan dışkısı pirinç lapası gibidir. Bir bütün tavuk eti kemiklerinden temizlenir bir havanda ezilir. Hastanın ayaklarına, koltuk altlarına ve başına sarılır.24 saat bekletilir. Sarılmış et hastayı terletirse hastalıktan kurtulmuş olur.
SARILIK: Hastanın gözlerinin beyaz kısmı sarılaşır. Derinin kırmızı olan rengi solarak kirli sarı ren alır. Ocak evleri tarafından Büyük baş hayvan ödü içerisinde bulunan HARAZA denilen kısım hastaya ocak evi sahibesi tarafından içirilir.
KABAKULAK: Boğazla kulak memesi altlarında hafif şişlikler görülür. Ocak evi sahibi tarafından şişen bölgelere mürekkeple küçük ayetler yazılır. Diğer bir yöntem ise Kabakulak rahatsızlığını ilk defa gören kişi yağ tavasını ateşte kızdırır, duayla kabakulak olan yere yakmayacak şekilde sürer.
ÖKSÜRÜK: Ayva çekirdeği ile papatya kaynatılarak biraz şeker ilave edilerek çay gibi hastaya içirilir.
BEL AĞRISI: Kirli yün ısıtılarak ağrıyan bölgeye sıcak, sıcak sarılır.

BAzı BİTKİLER VE FAYDALARI

ALIÇ: Alıç suyu çıkarılıp şekerle karıştırılarak içilirse baş ağrılarına iyi gelir. Lapası yapılarak şişlikler üzerine konulursa şişi indirir. Zekâyı kuvvetlendirir.
AYVA: Vücutta oluşan balgamı temizlemek için kullanılır. Yenilmesi halinde kalbi kuvvetlendirir. Hamile kadınlar yerse çocuklarının güzel olacağına inanılır.
İNCİR: basur ve siyatik hastalıklarına iyi gelir.
TERE TOHUMU: Bala karıştırılarak yenirse baş ağrısına iyi geldiği söylenir.
SARIMSAK: Her derde deva olduğu söylenir. Dört ay boyunca devamlı yenirse vücutta oluşan beyaz kılları döktüğüne inanılır.
NAR: Zarıyla birlikte yenirse çiğdeyi temizler.
MANTAR: Sıkılarak elde edilen suyu göze sürüldüğünde göz ağrılarını geçirir.
KABAK: İnsanı şişmanlatır zihnini geliştirir.
KURU ÜZÜM: Balgamı giderir. Ağız kokusunu alır.
ADA ÇAYI: 12 gr adaçayı 250 gram su ile kaynatılır içilirse boğaz ağrılarını keser, fazla terlemeyi önler.
ARPA: Egzama, uyuz ve kaşıntılara iyi gelir. Arpa sirke ile kanatılır. Oluşan mayii kaşıntı yerlere sürülür. Arpa kaynatılarak suyu çokça içilirse idrar
yanmalarını önler.
BÖĞÜRTLEN: Çok yenmesi halinde görmeyi kuvvetlendirir. Kökleri kaynatılır suyu bolca içilirse böbrekteki ve mesanedeki taşları döker.
BUĞDAY: buğday unu badem yağı ve şekerle pişirilir, sabahları aç karna yenirse göğüsteki ağrıları geçirir.
BULGUR: Bulgur pilavı bol üzüm hoşafıyla birlikte yenirse çok kan yapar.
BURÇAK: Burçak öğütülür. Şekerle karıştırılarak unundan helva yapılır. Yapılan helva ceviz büyüklüğünde devamlı yenirse zayıf olanlar şişmanlar. Lapa halinde sert UR üzerine konursa uru yumuşatır. Yaranın üzerine konursa yarayı iyileştirir. Kırılmış kemiklerin üzerine bağlanırsa kemikleri kaynaştırır. Burçak unu sirke ile karıştırılıp içilirse idrar sökücülüğü yapar.
CEVİZ: Yeşil kabuklarının suyu çıkarılıp burna çekilirse kanamayı önler. Kuru kabukları yakılarak bal ile macun yapılıp dişlere sürülürse dişleri parlatır. Ceviz, incir ve sedef çiçeği birlikte yenirse bütün zehirlenmelere iyi gelir. Göğüs ve nefes borusu ağrılarında, öksürüklerde ve hazım bozukluklarına devamlı yenmesi halinde iyi gelir. Ceviz içinin suda bekletilip aç karna suyunun içilmesi ve çeneklerinin yenmesi halinde kan kollestrolunu düşürdüğü görülür.
ÇAVDAR: Çavdar dövülerek hamur haline getirilir. Böcek ısıran bölgeye sarılırsa böcek sokmalarına iyi gelir. Aynı hamur boğaz şişlikleri nede iyi gelir. Sara hastalığı olan insanlara kaynatılarak suyu içirilirse şifa bulunur.
ÇAM AĞACI: Kabuğu sirke ile kaynatılır gargara yapılırsa diş ağrılarını keser. Bağlamı söker. Yaprakları ezilerek yara üzerine konursa yarayı iyileştirir.Yaprakları ve kabuğu kaynatılarak içilirse KARAÇİĞER hastalıklarına iyi gelir.İki Yaşındaki çam ağaçlarının kabuğu soyularak çıkan sıvı maddeye YALAMUK denir.Yalamuk yiyen insanların çok sağlıklı olduğuna inanılır. Yalamuk aynı zamanda yiyen insanı güçlü kuvvetli yapar.
ÇİTLENBİK: (Sakızlık) Tohumlarının yutulması halinde salyayı kurutur. Gövdenin herhangi bir yerinden koparılarak güneşte bekletilmesi durumunda, kopan yerdeki süt damladıkları donar ve bu damlalar toplanarak sakız olarak çiğnenir.
ÇÖREK OTU: bal ile macun yapılıp yutulursa, bağlamı söker, öksürmeyi, nefes darlığına romatizma ağrılarına iyi gelir.
DEREOTU: Dereotu kurutulup bal ile karıştırılarak şerbet yapılıp içilirse kusmayı kolaylaştırır. Lapası yapılıp sıcak, sıcak üzerine oturulursa rahimdeki hastalıkları temizler.
DUT: Yapraklarının sapları incir ile kaynatılarak içilirse sersemlik, delilik ve müzmin sırt ağrılarına karşı mutlaka etkili olur.
BEGÜMECİ: Tohumları kaynatılır, suyuna şeker ilave edilerek şerbet şeklinde içilirse insan vücudundaki pis kanlı yaraları temizler. Barsakları ve göğsü yumuşatır.
ERİK: Yaprakları sedef çiçeği ile kaynatılarak elde edilen mayii ile bol, bol gargara yapılırsa diş etlerinin kanaması önlenir.
FINDIK: Anason ile birlikte yenirse kalp çarpıntılarını keser. Şeker veya bal ile macun yapılarak yenirse barsalları kuvvetlendirir. Boğazdan gelen kanamaları önler.
FISTIK: Zekâyı artırır ve kuvvetlendirir.
GELİNCİK ÇİÇEĞİ: bir bardak süt ile gelincik çiçeği 6 gr yutulursa karın ağrılarını anında keser.
GÜL: Gül suyu ağrıyan gözlere sürülürse ağrıları alır. Gülden şerbet veya şurup yapılarak içilirse kalbi rahatlatır. Bayılmalarda gülsuyu daha etkili olur.
HAVUÇ: Sarımsakla beraber yenirse bacak ağrılarına iyi gelir. Havuç turşusu mide ve karaciğeri kuvvetlendirir. Dalak şişkinliklerini indirir.
HİNDİSTAN CEVİZİ: Felç ve titreme gibi hastalıklara iyi gelir. İshali söker, idrar zorlamalarına karşı yararlıdır.
HURMA: Sırt ağrılarını keser. Felci, yüz, göz eğilmelerini soğuktan dolayı oluşan hastalıklara iyi gelir. Kanı çoğaltır.
IHLAMUR: kaynatılarak çay gibi içilirse mide zafiyetini, soğuk algınlığını ve damar tıkanıklıklarını iyileştirir.
ISIRGAN OTU: Isırgan otu yapraklarıyla yemek yapılarak yenirse göğsü, akciğeri, midede hastalıkları temizler. Yapraklarını suyu çıkarılarak deriye sürülürse deri hastalıklarına iyi gelir.
ISPANAK: Lapası yapılarak vücuttaki şişliklerin üzerine sarılırsa, sarılan yerdeki şişlikleri indirir.
LİMON: Limon yenir veya suyu içilirse bulantı ve kusmaları engeller. Ateşi önler. Limon kurutulup dövülerek toz haline getirilip, bir o kadarda şeker ilave ederek yapılan karışım birer kaşık alınırsa baş dönm: meyvesi kusmayı önler. İdrarını tutamayanlar meyvesini yemeleri halinde sorunlarına çare bulurlar.
KAHVE: acı kahve uykuyu kaçırır. Basur yapar. Şekerli kahve bu zararları önler.
KARANFİL: Kaynatılarak çay gibi içilirse sesi açar. Hıçkırık tutmayı ve bulantıyı önler.
KARPUZ: Kabukları alına sarılırsa göze inen göz nezlesini önler.
KAVUN: Çekirdekleri yenirse vücut içerisinde oluşan iç yaraları iyileştirir.
KARABİBER: karabiber, soğan ve bal karıştırılarak macun haline getirilir. saç dökülen yere sürülürse saç dökülmeyi önler. Karabiber zeytinyağı ile kaynatılır uyuşan azalara sürülürse uyuşmayı engeller. Damar tıkanıklıklarında karabiber koyun sütüyle kaynatılarak içilirse damarları açar.
KAVAK AĞACI: Kabukları kaynatılarak sıcak, sıcak içilirse yaraları çabuk iyileştirir. Aynı karışım soğuk olarak içilirse kan tükürmeyi önler. Ağacın külüyle iç yağı karıştırılarak merhem yapılarak vücutta çıkan siğillerin üzerine sürülürse siğiller yok olur.
KEKİK: Kaynatılarak çay gibi içilirse vücutta bulunan Ağrıları (Yel ağrısı) dağıtır. Mide bulantısını önler, hazmı kolaylaştırır.
KUŞBURNU: Reçeli yapılarak her gün onar gram yutulursa yaşlanmayı geciktirir. KUZUKULAĞI: Yaprakları ateşte öldürülüp lapa yapılarak boyun bölgelerinde çıkan şişliklerin üzerine sarılırsa şişlikleri iyi eder.
LAHANA: Kaynatılarak suyu içilirse4 ses kısıklılarına iyi gelir. Yapraklarının pişirilerek yaraya sarılması halinde yaraları iyi eder. Lahana suyu buruna çekilirse kafadaki ağrı ve hastalıklara iyi gelir. Lahana suyu üzüm hoşafıyla karıştırılarak içilirse Sarılık hastalığına ve dalak şişkinliğine iyi gelir. Lahana tohumları acı bakla suyu ile kaynatılıp içilirse bardaklardaki kurtları döker. Elerine iyi gelir.
MARUL: Yenmesi halinde uyku getirir. Marul suyu arpa unu ile lapa yapılıp ağrıyan gözün üstüne ince bir tülbentle sarılırsa ağrıyı alır.
MERCİMEK: Kaynatılarak suyu süzülür, süzlen su içilirse öksürüğü keser göğüs ağrılarını alır. Her gün 30 ar adet kabuklu mercimek yutulursa mide düşmesini önler.
Mercimek çuvalı dibinde kalan tozlar kaynatılarak altını ıslatan çocuklara geceleri içirtilirse çocuk altını ıslatmayı keser.
MISIR: Tulu su ile ıslatılarak lapa haline getirilir. Bir bez içerisine sarılarak sıcak, sıcak makat bölgesine koyulup bir saat üzerinde oturulursa büyük aptes yapamayanlara iyi gelir.
NANE: nane suyuna az miktarda sirke ilave edilerek içilirse iç kanamaları engeller. Konuşamayan çocukların dil peltekliğine karşı yaprakları ezilerek dile masaj yapılırsa iyi gelir. Kekemeliği önler.
NAR: Nar bal ile karıştırılarak macun yapılıp yutulursa mide iltihaplarına temizler, iyi gelir Nar kabukları arpa ve buğday ambarlarına koyulursa tahıllar böceklenmez.
NİŞASTA: Buğdayın özünden elde edilir. Nişasta şeker ve badem yağı ile karıştırılarak sıcak, sıcak içilirse bütün göğüs ağrılarını geçirir.
NOHUT: Nohut pişirilerek yemeklerden önce yumuşak haliyle leblebi gibi yenirse sarılık ve siroz hastalıklarına karşı iyi gelir.
PAPATYA. Çiçekleri kaynatılarak suyu içilirse barsak şişliklerine ve iltihaplarına iyi gelir. Baş ağrılarına iyi gelir. Sarılığa ve idrar yapamayanlara iyi gelir. Böbreklerdeki taş ve kumları döker. Damar sertliklerine iyi gelir.
PAPATYA: Patates suyu ile saçlar yıkanırsa saçları kuvvetlendirir.Yakılarak elde edilen külü yara üzerine konulursa yaralar iyi olur.Patates külü yenirse böbrek zafiyetlerine iyi gelir.
PIRASA: Dalları çiğ olarak yenirse yemek borusu iltihaplarına iyi gelir. Pırasa tohumu iç yağı ile karıştırılarak fitil yapılıp makata konması halinde basura iyi gelir.
PORTAKAL: Kabukları küçük, küçük kıyılır susam yağı içerisine koyularak üç hafta güneş altında bekletilir. Oluşan karışım vücuttaki ağrıyan yerlere sürülmesi halinde ağrılardan kurtulunur.
SARMISAK: Her gün tansiyon düşürmek için bir baş yenir.
SEMİZOTU: Kaynatılarak suyu soğuk olarak içilirse barsak parazitlerini temizler. Lapa yapılarak bir tülbentle başa sarılırsa baş ağrılarını alır.
SÖGÜT: odun parçaları bir tenekede kaynatılır suyu süzülür. Süzülen suya biraz şeker ilave edilir bir çay bardağı olarak içilirse karaciğer damarlarını açar.Çarpıntıları önler.,mide zafiyetine iyi gelir.Ateşi ve harareti düşürür.
SOGAN: Soğan suyu tavuk yağı ile karıştırılarak yaralara sürülürse şifa görülür. Sağan suyu bal ile karıştırılıp şurup yapılır. Kaşık ile içilirse boğaz şişliklerine iyi gelir. Soğan kuyruk yağı ile pişirilip ikişer üçer kaşık yutulursa nefes darlığına ve müzmin öksürüğe karşı iyi gelir. Beklemiş soğan soda tuzu ile karıştırılıp saç dökülen yerlere sürülürse saç dökülmeyi önler.
SU YOSUNU: Lapa yapılarak durdurulamayan kanamaların üzerine konursa kanama durur. Şişliklere karşı un ile ezilerek macun haline getirilir şişliğin üzerine konulur.
SÜTLİYEN: Sütliyenin koparılması sonucu çıkan süt damlaları incir, bal, nar suyu ve sedef çiçeği kaynatılarak elde edilen şerbet on beşer gram içilirse Akciğer ve göğüs ağrılarına iyi gelir.
TERE: Lapa yapılarak ur üzerine koyulursa uru patlatır. Çocuklu anneler yerse sütü fazlalaşır. Fazla yenilmesi halinde bağlamı söker. Dalakta ki tıkalı damarları açar böbrek kumlarını döker.
TURP: Turp tohumu sirke ile kaynatılarak merhem haline getirilir, yaralar üzerine bilhassa kangren üzerine konulursa şifa bulunur. Turp bal ve su karıştırılıp yemeğin üzerine yenilirse göğsü ve mideyi temizler. Hazmı kolaylaştırır. Öksürüğü keser. Turp suyu dama sertliğine iyi gelir. Turp yaprakları kaynatılarak suyu içilirse karaciğer damarlarını açar. Sarılık hastalığına iyi gelir.

ATKARACALAR DA

24 Ağustos 2008 Pazar

KALP ÇARPINTISININ NEDENLERİ

Kalp Çarpıntısının Nedenleri
Aşırı zorlanma: Birkaç kat merdiveni koşarak çıktınız ve kalbiniz çok hızlı çarpıyor. Aşırı fiziksel zorlama hızlı kalp atışının sık görülen bir nedenidir. Egzersiz yaparken kalp atışının dakikada 160 vuruşa çıkması göğüs ağrısı veya baygınlık gibi başka belirtiler yoksa, sağlık durumunuz iyiyse ve yaşınız 60’ın altındaysa, anormal ve genellikle tehlikeli değildir.

İlacın yan etkisi: Reçetesiz satılan bir soğuk algınlığı hapı kullanıyorsunuz ve zaman zaman kalbiniz hızlı çarpıyor, kalbiniz göğsünüzden fırlayacakmış gibi oluyor. Reçeteli ve reçetesiz satılan pek çok ilaç yan etki olarak kalp çarpıntısı yapabilir. İştah bastırıcı ilaçlar, antihistaminler, depresyon ilaçları, astım ilaçları ve dekonjestanlar (pek çok dekonjestanda bulunan yapay efedrin ve fenilpropanolamin hidroklorid gibi maddeler) bunlar arasındadır. Eğer bunlardan birisini kullanıyorsanız ve kalp atışlarınız hızlıysa, başka bir ilaca yönelebilirsiniz.

Kalp hastalığı: Kalbiniz hızlı çarpıyor ve çok az hareket yapmanıza rağmen nefes darlığı çekiyorsunuz. Kalp hastalığı (koroner kalp hastalığı bölümüne bakınız) hızlı çarpıntının nedeni olabilir ve çoğu kez nefes darlığı (nefes darlığı bölümüne bakınız), göğüs ağrısı (göğüs ağrısı bölümüne bakınız), baygınlık veya sersemlik ya da sıvı tutma gibi belirtilerle birlikte söz konusu olur.

Diğer Nedenler
Bunaltı ve stres, ateş, kafein kullanımı, sigara, hipertiroidizm, hipoglisemi, anemi, kalp yetmezliği, şeker hastalığı, kan kaybı, su kaybı, alkolü bırakma, akciğer embolisi, orak hücreli anemi.

Kendiniz Ne Yapabilirsiniz?
Normal kalp atışınız dakikada 60 - 100 vuruş arasında olmalıdır. Bunaltı, sigara, aşırı kafein ve alkol de hızlı kalp atışının en yaygın nedenlerindendir. Krizler çabuk geçiyorsa ve başka belirtiler yoksa, endişelenmeyin. aşağıdaki yöntemleri uygulayın.
- Birkaç kere öksürün.
- Birkaç yudum buz gibi su için.
- Burnunuzu kapatın ve burun deliklerinizden hava vererek kulaklarınızı açın.
- Dinlenin ve derin nefes alın. Başınız dönüyorsa, düşmemek için oturun veya uzanın.
- Kalbiniz hızlı çarptığında saati ve ne yapmakta olduğunuzu not alın. Nabzınızı ölçün. Bu bilgiyi doktorunuza iletin.

Önlem
- Sigara içmeyin.
- Alkol, kafeinli kahve, çay ve kola içmeyi azaltın

PANİK ATAK


Panik Atak Nedir?

Panik atak ile ilgili olarak ilk bilmeniz gereken panik atak nedir? Bu sorunun cevabını öğrendikten ve panik atağın ne olduğunu anlayabildikten sonra bu durumdan da kurtulabilirsiniz. Panik atak en kısa ve öz tabiri ile ani olarak ortaya çıkan endişe - kaygı nöbetidir. Bu endişe ve kaygı nöbeti kişinin vücudunda bazı fiziksel belirtilerle kendini gösterir, bu yüzden de çoğu zaman kişide yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaratır. Bu yoğun korku duygusu içinde kişi, çok kötü birşey olacağını, onun için sonun geldiğini, öleceğini veya kalp krizi geçireceğini düşünür. Bu şekilde yoğun bir korku içinde olan kişi doğal olarak o ortamdan kaçmak, uzaklaşmak ister, yardım alabileceği bir sağlık kuruluşuna gitmek ister. Çoğu zaman gidilen bir hastanede veya acil serviste herhangi bir girişimde bulunmaksızın bu belirtiler geçer ve kişi kendini iyi hisseder.

Panik nöbeti sırasında aşağıdaki belirtiler görülebilir. Bu belirtilerden dört tanesinin görülmesi çoğu zaman yeterli olur. Genel olarak kişiler nöbetler sırasında bu belirtilerde 7-10 arası belirti yaşamaktadırlar.

1 - Çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama
2 - Terleme
3 - Titreme ya da sarsılma
4 - Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma
5 - Soluğun kesilmesi
6 - Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı duyma
7 - Bulantı ya da karın ağrısı
8 - Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
9 - Derealizasyon ya da Depersonalizasyon (Dış dünya yada kendisi gerçekliğini kaybetmiş gibi hissetme).
10- Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
11- Ölüm korkusu
12- Uyuşma ve karıncalanma duygusu
13- Üşüme ürperme ve ateş basması

Panik Atak Sonucu Gelişebilen Problemler

İlk önce şunun bilinmesi gereklidir, panik atak yüzünden hiçbir şekilde kalpte, solunum sisteminde bir rahatsızlık meydana gelmez. Eğer panik atak uzun süre tedavi edilmezse psikolojik kökenli başka rahatsızlıkları meydana getirebilir. Örneğin bu atak tekrar gelirse diye düşünüp dışarı çıkmak istemezse, geçeceği yollarda hastane olup olmadığı düşünmeye başlayıp bu yüzden dışarı çıkmazsa, özetle kişi evden dışarı çıkmaktan korkar olursa panik atağa "agorafobi" eşlik ediyor diyebiliriz. Bunun dışında sosyal ortamdan kopma sonucu kişide depresif bir duygu-durum oluşabilir. Panik atak tedavisi ile koordineli olarak diğer problemlerinde çözümüne ayrı olarak başlanması gerekmektedir..

13 Ağustos 2008 Çarşamba

PANİK ATAK

Panik atak geçiren kişi kendini stres altında hisseder. Stres karşısında verilen tepkileri düzenleyen sempatik sinir sisteminin sürekli uyarılmış halde olmasına yol açar. Bu durum zamanla kalp, tansiyon ve solunum yollarıyla ilgili hastalıklara davetiye çıkarır. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Oğuz Göktepe, kişinin sosyala hayatının yanı sıra sağlığını da olumsuz etkileyen panik atağın tedavisini anlattı.
Panik bozukluğun tipleri var mı?
Agorafobili ve agorafobisiz panik bozukluklar diye ikiye ayırabiliriz. 'Agora' pazar yeri, geniş meydan, 'fobi' de mantıksız yoğun korku anlamına gelir. Yani agorafobi açık alan korkusudur. Hasta, beklenmedik bir zamanda ortaya çıkacak panik atak sırasında 'Yardım yetişmeyecek', 'Kimse beni duymayacak', 'Rezil olurum' gibi kaygılarla tek başına sokağa çıkmaz, açık ve kalabalık alanlarda bulunamaz, duraklarda sıra bekleyemez. Kalabalık caddeler, kalabalık mağazalar, tüneller, asansörler, metrolar, uçaklar böyle kişiler için kaçınılması gereken uyaranlardır. Agorafobi bulunmayan panik bozukluktaysa yoğun bir kaygı vardır. Hasta yineleyen panik ataklarının olabileceğine dair yoğun bir kaygı taşır.
Panik atak başka sağlık sorunlarına da yol açar mı?
Panik atakla sürekli stres altında olmak bazı sorunlara neden olabilir. Stres bir uyarılmadır aslında. Vücudumuzun uyarılmış oluşu birtakım tepkileri daha çabuk vermemiz anlamını taşır. Hatta stresin bazen iyisinin de olduğunu söyleyebiliriz. Ama bazı kişiler telefon çaldığında bile kötü bir haber alacağını sanır. Böyle kötü bir beklenti içinde olmak sempatik sinir sisteminin hakimiyetine neden olur.

Sinir sisteminiz sizi yorabilir
Sempatik sinir sistemi nedir?
Biz farkında olmadan vücudumuzda çalışan bir sinir sistemi var. Bu da sempatik ve parasempatik diye ikiye ayrılır. İnsanı stres karşısında koruyan, harekete geçiren sempatik sistemdir. Bu sinir sistemini vücudumuzdaki bütün kaslarda, organlarda var olan sinirler oluşturur. Parasempatik sistemse bizi dinlenmeye, uykuya, rahatlığa sevk eder. Bazı insanlarda sempatik sinir sistem hakimiyeti çok fazladır. Bu yüzden sürekli huzursuz ve telaşlı olurlar. Böyle olmaları onlar için iyi değildir. Çünkü kalp atışları sık sık hızlanır, tansiyonları yükselir. İşte bu uyarılma hali sürekli hale gelirse kalp, tansiyon, ülser, egzama, astım gibi psikosomatik bir rahatsızlığa yol açabilir. Böyle bir hastalık başladığı zaman tek başına bir iç hastalıkları uzmanının onu tedavi etmesi yerine bir psikiyatrla işbirliği yapılması gerekir.
Krizin en şiddetli derecesi nedir?
Genellikle hastaneye gelenleri en şiddetli saymak lazım.
Bir kez atak geçirmek panik atak hastası olmak için yeterli mi?
Evet, yeterli. Birkaç yıl önce panik atak krizi geçirmiş birinin daha sonra atak geçirmemiş olması bir daha böyle bir durumla karşılaşmayacağı anlamına gelmiyor. Ama iyi tedavi edilmişse bu durum kontrol altında tutulabilir.
Panik atağın diğer psikiyatrik rahatsızlıklarla ilişkisi var mı?
Panik ataklar çoğu kez alkol kullanılarak yatıştırılmaya veya önlenmeye çalışılıyor. Bu durum alkolizme yol açabilir. Panik ataklar ve panik bozukluğu belirtileri genellikle depresyonla birlikte görülür. Fobiler panik bozukluğunda gelişen korkulardan kaynağını alır.
Panik atağın tekrarlama riski hangi koşullarla ilgilidir?
Aslında en kritik konulardan biri de bu. Bir kere panik atak geçiren kişi, tekrar geçirme ihtimalani aklından uzaklaştıramıyor. Bu yüzden kaçınma davranışında bulunuyor. Biz de ne kadar sonra tekrarlayabildiğini öngöremiyoruz. Panik ataklar kişi tedavi gördükten sonrabelli bir süre tekrarlamayabilir. Ama zamanla tekrarlayacaktır. Bu nedenle önlem almak ve tedavi görmek gerekir.
Peki panik atağın tekrarlamaması için neler yapılabilir?
En önemlisi hastalık hakkında bilgi sahibi olmaktır. Burada hastalığın tekrar riski nedeniyle uzun süreli tedavisinin gerekeceğini baştan kabullenmek en iyi seçimdir. Gevşeme egzersizlerini öğrenmek ve kaçınma davranışına karşı koymak hastaya ciddi bir mesafe kat ettirir. Hekime danışmak, psikiyatrist kontrolünde olmak, ilacını düzenli almak dasayılabilir.


Teşhiste 'eski dostlar' önemli
Panik atak nasıl teşhis edilir?
Öncelikle panik atakla karışan bazı hastalıkları gözden geçiririz. Örneğin, tiroid bezinin fazla çalıştığı hipertiroidi dediğimiz bir hastalık çarpıntı, terleme gibi belirtileri yüzünden panik bozukluğuyla karıştırılabilir.
Yine kanda kortizol hormonunu artıran hastalıklara bakarız. Bunları ekarte ettikten sonra hastanın ruh halini anlamak için bazı testlerden yararlanırız. Hastanın öyküsünü dinlemek de çok önemli. Bu aşamada hastanın yakınlarını da dinleriz. Çünkü psikiyatri hastaları kendilerine ait bir durumun farkında olmayabilir. Örneğin ilişkilerinin nasıl etkilendiğini, geçmişe göre nasıl değiştiklerini ayırt edemeyebilirler. Yakınlarından aldığımız 'Eskiden bu kadar sinirli değildi' gibi bilgiler bizim için çok önemli. Bir de bizim hastalarımızın bir kısmı belirtilerini saklama eğilimdedir. Farkında olmadan, kendilerini kötü bir halde göstermemek için durumlarını inkar ederler. Bu nedenle varsa eşiyle, anne-babasıyla veya onu yıllardır tanıyan arkadaşlarıyla görüşüyoruz. Tanı koyarken, ruhsal hastalıkları, kişilik özelliklerini, yaşanmış fiziksel hastalıkları, son bir yılın nasıl geçirdiğini ve sosyal uyumunu bilmek bizim için çok önemli.
Peki nasıl tedavi edilir?
İlaçlar ve psikoterapiyle. İlaç tedavisinde yatıştırıcılar ve özellikle antidepresanlar kullanılıyor. İlaçlar bir süre alındıktan sonra etkileri ortaya çıkar ve hastanın yaşamı rayına girer. Yatıştırıcılar mümkün olduğunca kısa süre kullanır, asıl tedavi edici etkisi olan antidepresifleriyse sürdürürüz. Psikoterapi hastanın yaşamını sağlıklı olarak devam ettirmesinde önemli rol oynar. Ailenin de tedavinin içinde olması, hekimin işini kolaylaştıracaktır.


Tedavi süresi en az iki yıl olmalı
İlaç tedavisi ne kadar sürüyor?
Panik atak geçiren hastalarda tedavi süremiz iki yıldan az olmamalı. İlk aşamada tedavi süresi olarak iki yılı duymak bazı hastalar için moral bozucu olabiliyor. Ancak ilaç tavsiye edildiği gibi kullanılmazsa hastalığın tekrarlaması kaçınılmaz.
İlaçların yan etkileri var mı?
Sağladığı avantajlar göz önünde bulundurulduğunda yan etkiler çok önemli boyutta değil. Hastalar uzun süreli kullandıklarında ilaç aldıklarını bile farketmezler. Her ihtimale karşı yılda bir kez karaciğer testlerinin yapılması uygundur. Bir de ilacın mutlaka azaltılarak kesilmesi gerekir.
Tedaviye rağmen panik atakların tekrarlama olasılığı ne kadar?
Tedavi birkaç ay gibi kısa sürelerle yapılmışsa hastalığın tekrarlama riski yüzde 100'dür. Uzun süreli tedavide küçük bir tekrarlama riski vardır, ancak bu tür olaylarda belirtilerin şiddeti çok daha düşüktür.
Hastalara önerileriniz neler?
Hastalar uyarıcı olan çay-kahve kullanımını azaltmalı, koyu kahve ve çay kullanımından vazgeçmeli. Hastalık belirtilerinin bastırılmasında alkol kullanılmamalı, stresi yaşamanın kaçınılmaz olduğu düşünülerek başa çıkma yolları (örneğin gevşeme egsersizleri) öğrenilmeli ve uygulanmalıdır. Sigaranın sıkıntıyı giderdiği düşüncesi yanlıştır, sigaraya hiç başlamamak gerekir.


'Eleştiri' değil destek sağlanmalı
Hasta yakınlarına öneriler?
'Bir şeyin yok, evham yapıyorsun, her şey senin elinde' gibi cümlelerle hastaya yaklaşmamak, paniğin kişinin kontrolü dışında olduğunu bilmek ve onu anlamak gerekir. Eleştirmek, küçük düşürücü davranışlarda bulunmak hastayı daha da güç bir duruma düşürebilir. Ona zor durumdayken yardımcı olup tedavinin sürdürülmesi için teşvik ediniz. Gerektiğinde uzmanından yardım almaktan kaçınmayınız.

EGZAMA

Egzama, çeşitli kaşıntılı deri hastalıklarına verilen genel bir terimdir. En çok yaygın şekilleri atopik egzama, temas egzaması, seborik egzama ve çocuk bezi egzaması olmaktadır. Atopik kelimesi farklı anlamına gelir. Bu durumda derideki farklılık kastedilmektedir ve kalıtsal alerjik egzama türünün tanımında kullanılmaktadır.

Egzama, kronik, yani, uzun süreli ve aküt olabilir ve bir çok kişide yazları iyileşmeye kışları da kötüleşmeye giden bir gelişme gösterebilir. Egzamanın kronik hali, kaşıntılı döküntü şeklinde nitelendirebilir. Kaşımanın neticesinde çabukça çatlayan kalın deriler oluşmaya başlar. Aküt egzama durumunda, deride, muhtemelen sıvı dolu kabarcıklara ek olarak, kızarıklık, şişkinlik ve kaşıntı gözlenir.

Egzama durumunda vücudun savunması enfeksiyona karşı zayıflamış olur, ve enfeksiyonlardan ve muhtemelen mantarlardan dolayı kolayca iltihaplanma oluşur.

Egzama kimlerde görülür?
Atopik egzama rahatsızlığı, öncelikle küçük çocuklarda görülür. Norveç’li çocukların yaklaşık % 15 nin egzama tarafından rahatsızlık gördüğü tahmin edilmektedir. Hastalık, çoğunlukla, çocuk bir kaç aylık iken başlar ve % 60 ında çocuk dört yaşında iken kaybolur. Ancak, hastalık daha sonra erken yaşlarda veya ileri yaşlarda tekrar görülebilir. Temas egzaması, çok küçük yaşlardaki çocuklarda oldukça nadir görülür. Nitekim, çocuğun okul çağlarından itibaren hastalıkta bir artma gözlenir. Kulak memesinde açılan delikler, vücuda metal takı takmak için açılan delikler (piercing), bu amaçla kullanılan ve deri ile temas içinde olan baz metaller nikel’e karşı temas egzamasının artışında önemli rol oynamaktadır.

Seborik egzama nispeten daha yaygındır. Bu egzama çok erken yaşlarda ortaya çıkabilir, ancak, çoğunlukla ileri yaşlarda görülmektedir.

Egzama hangi belirtiler gösterir?
Atopik egzaması, deride kaşıntı ve kurumaya sebep olur.

Yeni başlayan veya tekrar ortaya çıkan temas egzaması, deride, değişik büyüklükte kızarık kabarcıklar halinde şişmeye ve tepkiye neden olan şeye direk maruz kalan kısımlarda akıntılı yaralara sebep olur. Eğer temas egzaması uzun süre devam etmiş ise deride daha çok kuruluk ve çatlaklık görülür. Şiddetli kaşıntı olması normaldir. Egzama, başlangıç olarak, sadece tepki gösterdiğiniz şeyle temas ettiğiniz deri bölgesinde ortaya çıkar, ama, daha sonra derinin diğer kısımlarına dağılabilir.

Seborik egzamanın bebeklerde ortaya çıkması durumunda, bebeğin anlında, kafa derisinde, yüzünde, boyun ve bacak kasıklarında kabuk tutmuş dolgun ve kızarık bölgeler görülür. Yetişkinlerde ise yüzün merkezi bölümlerinde, kafa derisinde, kulak arkalarında ve göğüste kızarıklık, yağdolgunluğu, cilt dökülmeleri şeklinde kendini gösterir. Çocuk bezi egzaması, bezin kullanıldığı bölgede kızarık, kaygan ve muhtemelen akıntılı deri şeklinde kendini gösterir.

Egzamanın nedenleri:
Atopik egzamaya yol açan sebepler henüz bilinmemektedir. Alerjiler, bazılarına etkisi olsa bile, hiç bir zaman tek başına yeterli sebep değildir. Bu hastalık, kalıtsal ve çevresel koşullar sonucu oluşan bir hastalık türüdür. Ailenin diğer fertlerinde de atopik hastalıkların görülmesi normaldir (astım, egzama veya saman nezlesi). Hastaların % 20-30 unda egzamaya etkisi olan alerji türü bulunmaktadır.

Seborik egzama, aşırı hassasiyetlikten kaynaklanmamakta olup, yağbezlerinde hastalığa karşı görülen bir tepkidir. Normalde deride bulunan maya mantarları, bu tepkiye neden olabilir. Derisi yağlı olan ve çok yağ üreten kişiler bu hastalığa daha çok maruz kalırlar.

Temas egzaması, derinin tepki gösterdiği maddeler ile temasa geçmesi durumunda ortaya çıkar. Durum hem alerjik olabilir hem de alerjik olmayabilir. Alerjik olmayan durumlar, derinin, kendisini tahriş eden temizlik maddeleri, su ve dezenfeksiyon maddeleri ile temasa geçmesi durumunda ortaya çıkar. Alerjik olan durumlar ise, derinin, alerjiye sebep olan nikel, krom, kauçuk, formaldehid ve parfüm gibi maddeler ile temasa geçmesi durumunda görülür. Çocuk bezi egzaması, çiş ve kakanın neden olduğu tahrişten dolayı gelişir.

Egzamanın tedavisi:
Egzamanın tedavisinde en önemli olan şeylerin başında temizlik, sistematik krem ve merhem tedavisi, derinin kurumasını engellemek, kaşımadan kaçınmak, tahriş edici şeylerden uzak durmak ve egzamaya sebep olan gıda maddelerinden kaçınmak gelir. Hafif ve orta dereceli egzamanın tedavisinde, güneş ve deniz suyunun iyi etkisi vardır. Ancak, bir çok durumda kortizon kremi kullanımı gereklidir. Vücudun doğru yerinde ve doğru zamanda kullanıldığında, preparatın kullanılması güvenlidir. Doktorunuz, ilacın nasıl kullanılması konusunda size tavsiyelerde bulanacaktır.

Genelde, ağır etkisi olan preparatlar gereken süre boyunca kullanılmalıdır. Az etkisi olan preparatları kullanmakla egzama kontrol altına alınamaz ve bu nedenle kortizon tedavisinin her hangi bir etkisi olmaz. Bunun neticesi olarak, egzamada genelde artış görülür. Daha önce egzama görülen bir çocukta, egzamanın tekrar ortaya çıkması durumunda, grup 2 veya 3 steroit kullanılabilir. Eğer durum kontrol altına alınmış ise krem daha az sıklıkla kullanılabilir (2-3 günde bir). Egzama kaybolsa bile, en iyi sonucu sağlamak için, hastanın, kremi haftada 1-2 kere sürmeye devam etmesi lazımdır. Her sabah ve akşam, ve her zaman duş ve banyolardan sonra, nemlendirici kremlerin bolca kullanılması tavsiye edilir. Nemlendirici krem, kortizon kreminin cilde sürülmesinden bir kaç dakika sonra cilde sürülmelidir.

Kortizon içermeyen egzama kremleri (Elidel®, Protopic®) iyi alternatifler olarak kullanılabilirler ve kronik egzama durumlarında denenmelidir. Bu tür kremlerin yararlarına örnek olarak uzun süre kullanılması halinde bile deri kalınlığını etkilememesi ve egzamaya karşı iyi sonuçlar vermesi gösterilebilir. Deri enfeksiyonlarında, egzama kremlerini kullanmadan önce enfeksiyonun tedavi edilmesi önemlidir.

Tıbbi ışık ve ısı tedavisi etkili olabilir. Ancak, bu tür tedaviler, muhtemelen terlemeden kaylaklanan tahriş sonucu bazılarını kötü yönde etkileyebilir. Ayrıca, zaman ve kaynak isteyen bu tedavi türleri, okul çağı altındaki çocuklara nadiren uygulanır. Tedaviden iyi sonuç almak için, hastanın, tedavi konusunda iyi bir şekilde bilgilendirilmiş olması gereklidir. Egzama oldukça rahatsızlık veren bir hastalıktır ama, erken yapılan tedaviler bir çok durumda hastalığın kontrol altında tutulmasını sağlıyacaktır. Hastalıkla ilgili sevindirici olan kısım ise hastalığın genelde kendiliğinden kaybolabilmesidir – 18 yaşına girenlerin % 80 i bu tür hastalıktan kurtulmaktadır. Bu nedenle, doğru seçilmiş egzama tedavisi hastalığın iyileşme olasılığını arttırır.

Hastalığın kötüleşmesinde etkili olabilecek etkenler:
Katı ve dar giyecekler, kalın yün ürünleri, polyester, çok miktarda renk katılmış giyecekler, nem, stres, enfeksiyonlar, gıda maddeleri, klorlü su, tütün dumanı, parfüm, alerjiler, alkalin sabunlar, yağ çözücü kimyasal temizlik maddeleri ve sıcak. Çocuklar, hangi giyeceklerin kaşıntı yaptığını, daha iyi bilirler!

Ekzamanın önlenmesi:
Bazı araştırmalar, bebeğin ilk altı ay boyunca emzirildigi takdirde, bazılarında atopik egzama belirtilerinin geç görüldüğünü göstermektedir. Sebep ne olursa olsun, emzirmek sağlığa yararlıdır. Çocuk için ne derecede önemi olup olmadığı tam olarak bilinmese bile, anne, hamilelik sırasında kendisine ağır gelecek gıda maddelerini tüketmekten kaçınmalıdır

10 Ağustos 2008 Pazar

ANKARA ŞİFALI HAMAMLARI

Hangi hastalıklara iyi geliyor?
KIZILCAHAMAM KAPLICALARI
İçme kürü:
* Karaciğer
* Böbrek, mide, bağırsak
* Metabolizma rahatsızlıkları
* Safra kesesi hastalıkları Banyo kürü:
* Romatizma
* Siyatik, lumbago
* Solunum yolları
* Deri hastalıkları
* Nevralji, kırıkçıkık
* Kalp ve kan dolaşım rahatsızlıkları
* Beslenme bozukluğu rahatsızlıkları
* Bazı kadın hastalıkları
* Çocuk hastalıkları

Ayaş 31 °C


KALSİYUMLU, klörürlü, sodyumlu ve karbondioksitli sulardır. Sıcaklık derecesi 51 derece olan suyun değerleri; 15 lt/sn, toplam mineraliz 410 mg/lt, Radyoaktivitesi 38 ş/Avp'dir. Romatizma, solunum yolları, kan dolaşımı, mide ve beslenme bozukluğu hastalıklarına iyi gelmektedir.

Sey Hamamı Termal Turizm Merkezi
İÇME ve banyo kürleri olarak yararlanılan kaplıca suları; romatizma, eklem ve kireçlenme, mide ve bağırsak, kan dolaşımı, sinirsel hastalıklar, karaciğer ve safra kesesi, beslenme bozukluğu gibi hastalıklara etkili oluyor.


Haymana 44°C

Dünyanın ikinci şifalı kaplıcası: HAYMANA

Uluslararası Şifalı Su Kaynakları Araştırma Merkezi'nin 30 ülkeyi kapsayan araştırmasına göre, nitelik bakımından Haymana, dünya sıralamasında 2'nci.



ANKARA'nın güneyinde 74 kilometre uzaklıkta, Haymana ilçesinde bulunan kaplıca denizden bin 200 metre yükseklikte. Haymana Kaplıcası kaynakları, bikarbonat, kalsiyum, sodyum, magnezyum, karbondioksit bakımından çok zengin ve dakikada 240 litre su vermekte. Bu niteliği ile, günde bin kişinin yıkanmasına yetecek kapasitededir. Kaplıcanın suyu, havuzda toplandığı zaman, ayrıca soğuk su ilavesine gerek kalmadan yıkanılabilir. Bu niteliği nedeni ile uzmanlar, Haymana Kaplıcası'nın tedavide çok iyi sonuçlar sağladığını belirtiyorlar. Bunun yanı sıra, Uluslararası Şifalı Su Kaynakları Araştırma Merkezi'nin 30 ülkeyi kapsayan araştırması sonunda, nitelik bakımından Haymana Kaplıcası'nın, Fransa'nın Vişi Kaplıcaları'nın ardından ikinci sırayı aldığını belirtiliyor. Haymana Kaplıca Suları, her çeşit romatizma, mide, böbrek, solunum yolları hastalıkları, kadın hastalıkları ve kırık çıkıklarda büyük şifa sağlıyor.


Tedavi edilen hastalıklar: Romatizma, çocuk felci hastalıkları, jinekolojik hastalıklar, kan dolaşımı, tansiyon, solunum rahatsızlıkları, böbrek taşı.

2 Ağustos 2008 Cumartesi

SUYUN FAYDALARI


1- Hiçbir şey susuz yaşayamaz.

2- Göreceli su yetersizliği vücudun bazı fonksiyonlarını önce bastırır, sonra öldürür.

3- Su temel enerji kaynağıdır, vücudun “nakit akımıdır.”

4- Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.

5- Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.

6- DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur, böylece üretilen anormal DNA sayısı azalır.

7- Bağışıklık sisteminin (bütün mekanizmalarının) merkezi olan kemik iliğinde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çeşitli hastalıklara karşı güçlendirir.

8- Bütün besinlerin, vitmin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son metobolik aşamalarında görev yapar.

9- Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sırasında bu enerjiyi vücuda aktarır. Susuz yenen yemeğin vücut için hiçbir enerji değeri yoktur.

10- Su, besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artırır.

11- Bütün ögelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.

12- Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.

13- Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.

14- Vücudun çeşitli bölgelerinden zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.

15- Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir, artrit ve sırt ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.

16- Omurgadaki diskleri “şok emici su yastıkları” na dönüştürür.

17- Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.

18- Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.

19- Kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler.

20- Vücudun soğutma (terleme) ve ısıtma (elektrik) sistemleri için vazgeçilmezdir.

21- Düşünme başta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonları için bize güç ve elektriksel enerji verir.

22- Serotonin ve diğer nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) üretimi için vazgeçilmezdir.

23- Melatonin de dahil olmak üzere, beyinde üretilen bütün hormonların yapımı için gereklidir.

24- Çocuklarda ve yetişkinlerde dikkat yetersizliği sorununa çözüm getirir.

25- Çalışma verimini artırır ve dikkat aralığını büyütür.

26- Su dünyadaki diğer bütün içeceklerden daha kolay bulunabilir ve hiçbir yan etkisi yoktur.

27- Stres, gerginlik ve depresyonun hafiflemesine yardımcı olur.

28- Uykuyu düzenler.

29- Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur ve bize gençliğin enerjisini verir.

30- Cildi yumuşatır ve yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı olur.

31- Gözlere canlılık ve parlaklık verir.

32- Glokomdan korunmamıza yardım eder.

33- Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi ve lenfoma oluşumunun önlenmesine yardımcı olur.

34- Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.

35- Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler.

36- Kadınlarda, adet öncesi ağrıyı ve ateş başmasını hafifletir.

37- Kalp atışıyla birlikte kanı sulandırıp dalgalandırarak dolaşımdaki katı maddelerin dibe çökmesini engeller.

38- İnsan vücudunda dehidrasyon sırasında kullanılabilecek bir su deposu yoktur. Bu nedenle gün boyunca düzenli olarak su içmemiz gerekir.

39- Dehidrasyon cinsellik hormonunun üretimine engel olur, bu iktidarsızlık ve libido kaybının başlıca nedenlerinden biridir.

40- Su içtiğiniz zaman susuzluk ve açlık duygularını ayırt edebilirsiniz.

41- Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir. Düzenli aralıklarla su için ve sıkı bir rejim yapmadan zayıflayın. Acıktığınız zaman aşırı yememeli, ama susadığınızda suyunuzu içmelisiniz.

42- Dehidrasyon doku boşlukları, eklemler, böbrekler, karaciğer, beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunları temizler.

43- Su, gebelikte sabah bulantılarını azaltır.

44- Zihin ve vücut fonksiyonlarını bütünleştirir. Kara verme ve hedefleri belirleme yeteneğini artırır.

45- Yaşılıkta bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur. Alzheimer, multipl skleroz, Parkinson ve Lou Gehring hastalıklarının riskini azaltır.

46- Kafein, alkol ve bazı ilaçlara duyulan bağımlılığın giderilmesine yardımcı olur.

13 Temmuz 2008 Pazar

KIZILCAHAMAM

Kaplıca deyince ilk akla gelen sıcak ve şifalı sulardır. Bir çok derde deva oldukları inancı, dün olduğu gibi bu gün de yaygındır. Her kaplıcanın, halk ağzında bir öykü ve övgüsü vardır.
Bir köyün kızları, her gün kaplıcada yıkandıkları için, komşu köyün kızlarından daha güzel, daha alımlılarmış. İki köy, bu hamam yüzünden kavgalar bile yapmış.

Bir şehrin gençleri diğerinden daha güçlüymüş ve her savaşta galip gelirmiş. Çünkü ihtiyarları, savaştan önce askerlerini muhakkak kaplıcaya gönderirlermiş.

Bir avcı yaraladığı geyiği, birkaç gün sonra sağlam olarak karşısında görmüş. Tekrar ateş edip yaralamasına rağmen geyik gene kaçmış. Bu olay birkaç defa tekrarlanınca, peşine düşen avcı, geyiğin bir kaynakta yaralarını ıslattığını görmüş.

Vücudunu saran yaralardan bir türlü kurtulamayan bir bey kızı, köylülerin yaralı ve hasta hayvanlarını soktukları sudan birkaç bakraç dökününce, tekrar ayın ondördü kadar güzel olmuş.

Bozdağ’ın ardındaki kaplıcaya giden yaşlı kadınlar gençleşiyor, çirkinleri güzelleşiyormuş. Araba ile götürülüp, kucakta suya indirilen felçliler yürüyerek köylerine dönüyor, romatizmadan bacakları tutmayan yaşlılar, kaplıcaya girdikten sonra, daha orada bastonlarını kırıp atıyorlarmış.

Çamlıkdaki çamura, 21 gün devamlı şafakdan önce gidip giren kısır gelinler, bir yıla kalmadan hamile kalıp, nurtopu gibi çocuklar doğuruyorlarmış.

Kırkpınarların suyundan içenler, bir daha karın ağrısı nedir bilmiyorlarmış. Hele kırk tas içenlerin yüzünden kanlar damlıyormuş.



Bu ve benzeri öykülere, dünyanın her tarafında rastlamak mümkün. Şüphesiz bunların gerçek yanları da yok değildir. Eğer öyle olmasaydı, tarih boyunca insanlar sıcak su kaynakları başlarında koca koca hamamlar, oraya gelenlerin rahat ve huzur içinde vakit geçirip dinlenmeleri için konaklama tesisleri ve binlerce kişilik açık hava tiyatroları yaparlar mıydı ?



Halk dilinde, kaplıca suyunun havuza aktığı yere “Aslan Ağzı” deniyor. Acaba, altına girenlere aslan gücü verdiği inancından dolayı mı bu isim verilmiştir?

Bizler, böyle kaynaklara sahip bir merkezde bulunmamıza rağmen, yukarıda anlattığımız gibi, yaşlıları gençleştirip çirkinleri güzelleştiren, zayıflara aslan gücü veren, yaraları kapatan, felçlileri yürüten ve kısır gelinleri mutlu eden bu suların sihrini, daha doğrusu şifa veren gücünün nereden geldiğini biliyor muyuz ?



a-Şifalı Suların Güç Kaynağı:

Güneşden kopup zamanla soğuyan, ancak merkezi halen kaynar halde ve ısısı 9.000º C olan dünyanın merkezinde maddeler, ne molekül, ne atom ne de atomun parçacıkları olan elektron ve proton şeklinde bulunmaktadır.

Bu maddeler, atomlar, proton ve elektronlar ve hatta onların partikülleriyle devamlı bombardıman edilerek, muazzam bir enerji serbest kalmaktadır. Belki burada da, güneş enerjisinin meydana gelişinde olduğu gibi bir füzyon (birleşme) gerçekleşmekte, daha kuvvetli bir ihtimalle de bu enerji, radyoaktif maddelerin parçalanması sırasında meydana gelmektedir.

Dünyada canlılığın devamını sağlayan enerji 150 Milyon Km. uzaklıktaki güneşten geldiğine göre, güneşin yaşayan bir parçası olan dünyanın merkezinden, 6.000 Km. uzaktan aynı enerji, şifalı sular aracılığı ile niçin bize ulaşmasın?

Şifalı suların çıktığı mağaralarda, milyonlarca yıl önce yaşayan ve canlı hayatı başlatan mikro organizmalar bulunmuştur. Yani kaplıca sularında onları yaşatan bir güç var. Şifalı sular, canlılığı başlatan bu gücü belki de bügüne, taşıyarak getirdiler.

Netice olarak, bugün bildiğimiz bileşimleri, bu şifalı suların şifa güçlerini açıklamaya yeterli olmayıp, metafizik bir güç olarak kalmaktadır. Bu sular Cenab-ı Allah’(C.C.) ın bize bağışladığı sayısız nimetlerden biridir. Dileğimiz, gözemizde kaynayan, veya aslan ağzından şarıl şarıl akan şifalı sularımızın kesilmemesi ve şifasını bizden esirgememesidir.

b-Şifalı Suların Meydana Gelişi:

Şifalı sular ısıları, renkleri, koku ve tadları itibarı ile evde kullandığımız sudan değişik olup kayalar arasından kaynarlar.

Sıcaklığı 20º C nin altındaki sulara “İçmece”, daha sıcak sulara da “Kaplıca, Ilıca, Terme veya Çermik” denir. Kaplıca, üstü kapatılmış ılıca demektir. Kaplıcadan, banyo almak şeklinde faydalanıldığı için, bu tedaviye “Kaplıca tedavisi” deniyor. Bu suların ısıları 70-80º C, bazı yerlerde ise 120º C’ye kadar çıkmakta, bazı yerlerde de buhar olarak fışkıran sular bulunmaktadır.

Toprağın sıcaklığı derinlere gittikçe artar. Isınma her 30 Metre için 1º C olarak hesaplanmakla birlikte,volkanların yakınlarında daha çabuk ısınma olabilmektedir. Derinlere indikçe artan ısı, dünyanın merkezinde 9.000º C’yi bulmaktadır.



Şifalı sular iki şekilde meydana gelmektedirler:



1-Yeryüzüne yağış olarak inen sular, toprağa sızarak derinlere indikçe bir yandan ısınırlar, bir yandan da geçiş yolları üzerinde rastladıkları maden ve tuzları eritip bünyelerine alırlar.

Isınan ve bileşimleri değişen, toprak katmanları arasında uygun bir yer bulabilirlerse, tekrar yeryüzüne çıkarlar. Bünyelerindeki madensel madde (mineral) ve tuzlar, aşağıda belirtileceği gibi birçok rahatsızlığı tedavi ettiklerinden dolayı ”Şifalı su” olarak anılırlar.

2-Dünyanın daha derin katmanlarında,yeryüzünden sızan sulardan farklı olarak, fiziksel ve kimyasal usüllerle meydana gelen ve bünyelerinde yine erimiş madensel madde ve tuzların bulunduğu sıcak sular da, yer kabuğu katmanları arasından bir yol bularak yeryüzüne çıkarlar.

Bu konuda başka görüşler de var. Bunlardan birine göre; sıcak sular, petrol yataklarına benzer şekilde derinliklerde bulunan yer altı göllerinden gelmekte. Diğer bir görüşe göre de, dünyanın merkezinde erimiş halde bulunan hidrojen, yeryüzüne doğru yükselirken, yolu üzerinde rastladığı oksijen ile birleşerek, su ve su buharı haline geliyor.

Ancak, topraktan süzülen ve içinde erimiş maden ve tuzlar bulunmasına rağmen, kuyu suları, göl suları ve deniz kenarındaki süzülme sular, şifalı su değildir

Şifalı suların bileşiminde bulunan ve tabiatta serbest halde olan madensel maddeleri alıp, kullandığımız suya katarak aynı sıcaklığa getirsek, kaplıcanın verdiği şifayı vermezler . Hatta bu maddeleri, kaplıca suyundan ayırıp tekrar aynı suya katsak bile şifa verici özelliğini kaybediyorlar. Bu, gizli bir sırrın gücü, Allah’ (C.C.) ın bize bağışladığı sayısız nimetlerden birisi.



c-Kızılcahamam Kaplıcaları:

Kızılcahamam kaplıcalarının geçmişi Roma İmparatorluğunun parlak devirlerine kadar uzandığı sanılıyor. Büyük kaplıca yanında bulunan ve Romalılara ait olduğu bilinen eski hamam kalıntılarından dolayı böyle bir fikre varılmıştır. Halk arasında da Roma Hamamı olarak bilinen bu eski hamamda iki büyük havuz ve yeraltından çıkan termal suyun dinlendirildiği büyük bir depo mevcuttur. Bu depo ve havuzlar, yumurta akı ile karıştırılan toprak ve kilden müteşekkil bir karışım ile sıvanmıştır.

12.Asırda Anadolu’da 300 sıcak su hamamı bulunduğu belirtiliyor.

Tarihi kaynaklar, 1402 Ankara Savaşı sırasında (belki de savaşdan hemen sonra Ankara’da kaldığı bilinen sekiz günlük süre içinde) Timur’un, aksayan bacağına şifa olsun diye bölgedeki kaplıcadan faydalandığını, sık sık banyo aldığını, hatta sıcaklığı 80º C olan kaplıca suyunda yıkanırken, bacağını birden suya soktuğunda yanma hissedip: ”Aman bre Kızılcahamam!” diye bağırdığını ve ilçenin isminin de buradan geldiğini belirtiyorlar.

Ali Cevad Efendi’nin, “Memalik-i Osmaniyye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı” nda, ilçemizde “biri Sek Hamamı’nda, ikisi de Kızılca’da bulunan kaplıcalardan bahsederek, terkibinde şap, kükürt ve çelik olan kaplıcaların iç ve dış hastalıklara olağanüstü yarar sağladığı, Ankara ve civar illerden pek çok ahalinin tedavi için buraya gelip 60 odalı hanlarda kaldığını” anlatılıyor.

Ayrıca kaplıcalarımız, tarih bölümünde de belirttiğimiz gibi, 1914 yılında ilçe merkezinin Pazar’dan Kızılcahamam’a taşınmasına da (Ankara Valiliği’nin başkent İstanbul’a yazdığı teklifde) sebep (ve bahane) teşkil etmiştir. Bu tarihde de hamam ve yanındaki 60 odalı bir handan bahsedilir.

ATATÜRK ilçemizi ziyaret ettiği 16-17 Temmuz 1934 de büyük ve küçük kaplıcayı da gezmiş ve buraların geliştirilmesi yönünde direktifler vermiştir.

Bu tarihlerde kaplıcalarımızın havuzları sıcak suların yerden kaynadığı yerde idi. Yani sıcak su yeryüzüne çıktığı yerdeki havuza toplanır ve burada banyo alınırdı. Havuza da bir taş merdiven ile inilirdi.

Kaplıcalarımız, böyle ilkel bir yapı ve kullanımda iken 1943 de zamanın Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ ın yardımları ve bizzat katıldığı temel atma töreni ile yenilenmeye başlanıp bu günkü yerine yeniden inşa edilir. İnşaat devam ederken sıcak suyun kaybolduğu görüldü. 1945 yılında inşaatı bitirilen tesiste, erkek-kadın bölümleri, bu bölümlerde büyük mermer havuzlar, soyunma ve dinlenme yerleri yeniden düzenlenmiştir.

O yıllarda Özel idare mülkiyetindeki kaplıcalar, 1961 yılında belediye tarafından 900.000 TL ye satın alınmıştır.



İlçemize ilk fizik tedavi uzmanı olarak 1953 de Dr.Nusret Şakir bey atanır. 1960 sonrası ise, halkın yakından tanıdığı Dr.Hakkı Atay fizik tedavi uzmanı olarak çalışır ve sezonluk 600 hastaya zamanın teknolojisi ile hizmet verir.

Son olarak da 1975 de ise zamanın belediyesi tarafından üstüne bir kat daha çıkılmış, ortasında göbek taşı bulunan yıkanma yeri havuzun olduğu bölümden ayrılarak sauna haline getirilmiş, soyunma ve özel banyo kabinleri çoğaltılmış, fizik tedavi bölümü daha da geliştirilmiş ve idari bölümler eklenmiştir.

1984’e kadar kaplıcalarımız kendi tabii kaynaklarını kullanıyorlardı. O yıl M.T.A. ve belediyenin ortak çalışması ile Küçük Kaplıca yanında yapılan sondajda çok miktarda sıcak su çıkarıldı ve kaplıcalara verilmeye başlandı. Kaplıcalarımız tabii çıkışlı 3 kaynağa ilave olarak jeotermal enerji temini için açılmış iki kuyudan daha beslenmektedir ve Ph değeri 7 dir. Kaynak akım değerleri ise 60 Lt/ Sn.dir.

1994 de ise belediye tarafından girişe turnikeler konularak hem yaz aylarındaki izdiham, hem de hamamdan faydalanma konusundaki spekülasyon önlenmiştir.

Yapılan bu hizmetlere rağmen kaplıca tesislerinin yeterli olduğu söylenemez.

Gene de bu halleriyle bile kaplıcalarımıza olan talep her geçen gün artmaktadır. 1992 yılında günde ortalama 2.500-3.000 kişi girmekte iken, 1996 sezonu itibarı ile bu sayı 4.000’e çıkmıştır. Normal kapasiteleri ise günlük 15.000 kişi olarak tesbit edilmiştir. Bu artan talebe karşı gelirin de aynı şekilde arttığı düşünülürse, kaplıcaların maddi açıdan faydası ortaya çıkar.

Kaplıcalarımıza sadece bölgesel misafirler değil, yurdun her tarafından tedavi amacı ile gelenler oluyor. Özellikle yazın (Haziran-Ekim arası) tedavi ve dinlenme amacı ile ilçeye gelenler çoğunlukla Zonguldak’lılardır. Bunun yanısıra Malatya, Trabzon, Çorum ve Kastamonu yoğunlukta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’dan gelenler olmakta ve en az on gün süre ile ilçemizde kalmaktadırlar.

Tedavi için gelenlerin genelde Romatizma, Siyatik, cilt, kadın hastalıkları, bel ağrıları ve Egzema gibi hastalıklardan şikayetçi oldukları ve düzenli bir kaplıca tedavisinden sonra hemen hepsinin memnun olarak ayrıldıkları gözlenmektedir.

İlçedeki termal suyun daha aktif ve modern bir şekilde kullanılması için 1994 den itibaren yoğun bir çalışma başlatılmış, bir çok proje hazırlanarak ihaleleri yapılmıştır. Bunların bir kısmı bitmiş, bir kısmı 2-3 yıl içinde hizmete girecektir.



1-BÜYÜK KAPLICA:

Günümüze kadar birkaç tadilat geçirmiş olan tesis,1985 de son bir iç ve dış düzenleme ile biraz daha kullanışlı hale getirilmiştir. Bu değişiklikle kurnalı yıkanma yerleri havuzun olduğu bölümden ayrılarak göbek taşı da ilave edilip başka bir bölümde yeniden hizmete sunulmuştur. Ayrıca, mevcut soyunma kabinlerinin ve aileye mahsus küvetli özel kabinlerin sayıları da artırılmıştır.

Üstüne bir de kat eklenen kaplıca binasında ayrıca Fizik Tedavi bölümü ve idare büroları yenilenmiştir. Girişe ise turnikeler konularak kolaylık sağlanmıştır.
Kadın ve erkek bölümleri simetrik olarak birbirinin benzeri olan kaplıcamıza ortalama olarak, günlük kışın 250, yazın ise 5.000 kişi girmektedir.
Belediye tarafından işletilmekte olan Büyük Kaplıca’nın su kapasitesi daha önce 3 Lt/Sn ve kendi tabii kaynağını kullanmakta iken,1984 yılında M.T.A. tarafından açılan kuyudan çıkarılan su verilmeye başlanmıştır.




BİLEŞİMİNDEKİ MADDDELER Mg/Lt.
Milival/Lt.
% Milival

Amonyum (NH)
0.9200
0.0511
0.1631

Lityum (Li)
0.1140
0.0164
0.0523

Sodyum (Na)
595.4410
25.9000
82.6478

Potasyum (K)
47.3110
1.2100
3.8612

Kalsiyum (Ca)
18.8000
0.9400
2.9996

Mağnezyum (Mg)
38.8800
3.2000
10.2113

Demir (Fe)
0.0500
0.0018
0.0057

Aluminyum (Al)
0.1425
0.0158
0.0504

Çinko (Zn)
0.0880
0.0027
0.0086

Klorür (Cl)
215.0000
6.0648
19.2200

İyodür (I)
0.0390
0.0003
0.0009

Florür (F)
1.9600
0.1032
0.3271

Sülfat (SO 4)
182.7000
3.8062
12.0623

Nitrat (NO 3)
2.1040
0.3393
1.0753

Hidrofosfat (HPO 4)
1.5150
0.0316
0.1001

Bikarbonat (HCO 3)
1293.2000
21.2000
67.1851

Hidroarsenat (HASO 4)
0.6420
0.0092
0.0292

Metaborik asit (HBO 2)
18.9540
-----------
------------

Metasilikatasit (H 2 SO 4)
83.2000
-----------
------------

Serbest karbondioksit (CO 2)
283.36
-----------
------------

Ph (Reaksiyon) Değeri
7.08




Tablo 7: Büyük Kaplıca Suyu Analiz Raporu


2-KÜÇÜK KAPLICA:
Yenice Mahallesi Camii arkasında, küçük bir binada hizmet vermektedir. Açık bir soyunma yeri ile kurnalı bir yıkanma yeri ve havuz bölümünden ibaret olan bu kaplıcaya öğleye kadar erkekler, öğleden sonra da bayanlar girebilmektedir. Ortalama günlük giriş kışın 250, yazın ise 400 kişidir.
1984 de çıkarılan su kullanılana kadar, bu kaplıcanın bir bölümünde kum ve böbrek taşı dökmeye yarayan ve sindirime iyi gelen ılık bir su akardı.
3-KAPLICA TEDAVİSİ:
Bu gün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki aşırı ve çarpık kentleşme sonucu oluşan hava ve çevre kirliliği, insan sağlığını bozup işgücü verimini azaltıyor. Bunun sonucu olarak sık sık görülen sinirsel yorgunluk, beslenme bozukluğu ve Romatizmal rahatsızlık gibi bir çok hastalığı tedavi için insanlar kaplıca, dağ ve deniz gibi tabii kaynaklardan faydalanma yolları aramaktadır.
Buralardan tedavi amaçlı faydalanma isteği, belirli bir zaman ve yer değiştirme mecburiyeti getirir. Bu amaçla insanlar, gittikleri yerde konaklama, beslenme, tedavi ve eğlence ihtiyaçlarını karşılayacak tesisler isterler. Ekonominin arz-talep kuralları içinde işleyen bu olay, günümüzde sağlık turizmi olarak bilinir.
Kaplıca, günümüzde modern bir anlayışla, yalnız suya girilmek için gidilen yer değil, geniş çapta bir dinlenme ortamıdır. Bu sebeple, Batı’daki su şehirleri, bölgenin en bakımlı ve şirin kentleri haline getirilmiştir. Gelenlerin hoşça vakit geçirebilmeleri ve ruhsal yönden de dinlenebilmeleri için gerekli imkanlar sağlanmıştır. Bu kentler, tiyatro, konser salonu, park, otel, lokanta ve temiz doğaları ile ender ve sakin birer sayfiye şehirleridir. Oralarda sağlığa aykırı (Klakson, gürültü, sokakları kirletmek gibi) her türlü hareket yasaklanmış olup, gelenlerin rahat ve huzuru için her türlü tedbir düşünülmüştür.
Kentin önemli yerlerine konulmuş şehir ve çevre plânlarında, bölgenin tüm ziyaret yerleri belirlenmiş, şehrin ve kaplıcanın tarihçesi, coğrafi durumu, iklimi, şifalı suların özellikleri ve iyi geldiği hastalıkların anlatıldığı bol yayın vardır.
Buna karşılık bizde, ağır bir ihmal ve umursamazlıkla bu konulara pek değinilmemiştir. Çalışmalar daha çok ilmi düzeyde kalmış, bunlar uygulamaya konulamamış. Yetkililerin dar görüşlü ve cesaretsiz olmaları yanında, hantal yapılı sistem ve mevzuat da bir engel olarak bu konudaki teşebbüslerin önüne çıkmıştır.
Kaplıcaya tedaviye gelen hastaların, huzura, sükunete, temiz ve rahat otel ve pansiyonlara, kolay ve rahatça gezinti yapabilecekleri alanlara, oturup sohbet edebilecekleri parklara, yeşil alanlara, ucuz ve temiz lokantalara, konser ve sinema salonlarına, egzersiz merkezlerine, temiz ve gürültüden korunmuş gazino ve çay bahçelerine ihtiyaçları vardır.
Gelen misafirlere bunlar sağlanmaz ise genellikle ruhsal bunalıma girmekte, dinlenmek ve tedavi için ayırdıkları zaman bir işkenceye dönüşmektedir. Günlük ve sosyal hayat açısından büyük sapmalar gösteren bir kaplıca ortamından, madden ve manen kendini zorlayarak şifa aranmaz. Artan ruhsal bunalım ve sıkıntı, kaplıcanın sağladığı şifayı kolayca alıp götürebilir.
Sağlıklı bir çevre ve kaplıca ortamının ruhsal etkisi, şifalı suyun faydası kadar önemlidir. Günlük hayatında, daha iyisine alışık olan bir kimse, girmekten tiksindiği otel odalarında veya birbirinden müşteri kapmak için yarış ve kavga eden “hamamcı simsarları”nın daracık odalarında, kaplıca kürü yapmaya zorlanamaz. Onlara sağlanacak sosyal ortam, en az yaşadığı çevreye denk olmalıdır.
Doktorun teşhisi ile, kaplıcaya gitmesinde engel olmadığı klinik ve laboratuar muayenelerle tesbit edilmiş hastalar, araya başka bir hastalık ve problem girmediği takdirde, doktorun tavsiye edeceği bölge ve usülde kaplıcalardan faydalanabilir.
Hastalar kulaktan dolma bilgiler yerine mutlaka doktorun tavsiyeleri doğrultusunda banyo alma şekli, günlük ve seanslık banyo süresi, kaplıca süresi, beslenme ve dinlenme şekillerine dikkat etmelidirler.
Kaplıcanın bulunduğu bölgenin iklimi de kaplıca tedavisinde etkili olmaktadır. Özellikle kalp ve dolaşım sistemleri tam sağlıklı olmayan yaşlı hastalar, sıcak bölgelerdeki kaplıcalara özellikle yaz aylarında gitmekten kaçınmalıdırlar.
Sabah ve öğle banyo seanslarından sonra kısa bir süre yatarak dinlenilmeli, arkasından doktor tavsiyesine göre, çamur uygulaması, masaj ve egzersiz gibi yardımcı tedavi metodları uygulanmalıdır. Günlük en çok 30-40 dakikadan fazla sürmeyecek bu uygulamalardan bıkılırsa, haftada üç güne indirilebilir.
Bu uygulamalardan arta kalan zamanlar ise, gezinti ve yürüyüş yapmak, müzik dinlemek, sinema seyretmek veya yorulmayacak şekilde başka eğlencelerle değerlendirilebilir. Bu şekilde kaplıcadaki günler, sıkıcı olmaktan kurtulacak ve sinirler dinlenecektir. Böyle bir dinlenme ile kazanılacak rahatlık, kaplıca tedavisinden alınacak sonuca olumlu etki edecektir. ”Aman günlerimi doldursam da,şuradan kurtulsam!” havası içinde yapılacak sıkıntılı bir kaplıca tedavisinden, tam olarak fayda sağlanamayacağı bilinmelidir.
Banyolar devam ederken, bazı hastaların durumlarında “Termal Reaksiyon” veya “Termal Kriz” denen bozukluklar olur. Kişiden kişiye değişen bu durumda, uykusuzluk veya devamlı uyuma isteği, bitkinlik, huzursuzluk, sinirlilik, cinsel arzunun artması, baş ağrısı, bulantı, midede şişkinlik, kabızlık, ishal, gaz, sık idrara çıkma, çarpıntı, nefes darlığı, kol ve bacaklarda uyuşma, sebepsiz terleme şeklinde ortaya çıkan bu geçici krizin, tedavi sonucuyla bir ilgisinin bulunmadığı ve insanların kaplıcaya gösterdiği bir tepki olduğu fikri hakimdir.
Normal olarak bir iki gün süren bu tablo kendiliğinden kaybolmakta ise de, tedirgin edici bir seviyeye ulaşırsa birkaç gün için banyolara ara verilmesi ve sadece egzersizle yetinilmesi, krizin atlatılması için yeterlidir. Mecbur kalınırsa, doktor tavsiyesi ile alınacak yatıştırıcı ilâçlarla durum kontrol altına alınabilir.
Kaplıca tedavisi sırasında ortaya çıkabilecek bu krizden başka,tedavi süresi bitip eve dönüldüğünde,banyo krizine benzer, fakat ondan çok daha hafif “Kaplıca Sonu Yorgunluğu” denen bir olay da dikkati çeker. İkinci bir “Uyum Bozukluğu” olarak bilinen böyle hallerde, hastanın iş hayatına hemen başlamadan, evde 5-6 gün dinlenmesi, şikayeti azaltmaktadır.

4-KAPLICALARIMIZIN ŞİFA VERDİĞİ RAHATSIZLIKLAR:
a-Ank.Ün.Tıp Fak.Fiz. Tıp ve Reh. Ana Bilim Dalı Bşk.lığı raporuna göre.

1-İnaktif devredeki Ramotoit Artrit ve benzeri hastalıklarla, Seronegatif Spondartrit’ lerin tedavisinde. (İltihaplı ve iltihapsız eklem rahatsızlıklarında.)
2-Eklem çevresi ve diğer yumuşak doku Lezyon’larında. (Eklem çevresi dokuların romatizmal ağrılarında. Eklem bağlarının, harekete engel olan rahatsızlıklarında.)
3-Osteartroz’da. ( Romatizma ve burkulmaya bağlı ağrılı şişlerin tedavisinde.)
4-Gut (Nikris veya Damla hastalığı) ve benzeri Metabolik hastalıklarda. (Özellikle şişman yapılı erkeklerde görülen Gut hastalığının müzmin devrelerinde.)
5-Kırık-çıkık ve Travma Sekellerinde. (Kırık-çıkık sonrası ağrı tedavisinde.)
6-Akut devre dışı bazı Nörölojik hastalıklara bağlı felçlerin tedavisinde. (Kol ve bacak felçlerinin müzmin devreleri ve Çocuk Felçlerinde.)
7-Kronik devredeki çeşitli kadın hastalıkları ve hormon bozukluklarında. (Kadınların müzmin bel ağrılarında, kadınlık organı rahatsızlıklarında, âdet kesimi devresi rahatsızlıklarında ve bazı tür kısırlık hallerinin tedavisinde.)
8-Bazı cilt hastalıklarında.
9-Depresyon, zihinsel yorgunluk gibi bazı ruhsal bozuklukların tedavisinde. (Bazı ruhsal rahatsızlıklarda, aşırı sinirlilik hallerinde.)
10-Romatizmal hastalıklara veya tümör iltihabı dışında çeşitli bozukluklara bağlı omuz, kol, bel ve bacak ağrılarında.
11-Saçlı derinin kepeklenmesine karşı.
12-Sedef hastalığı tedavisnde.
13-Egzema ile kaşıntılı ve artma eğilimi gösteren deri hastalıkları tedavisinde.
14-Ağız içi hastalıklarının tedavisinde.

Ayrıca, kaplıca sularımız:

1-Kükürtlü olduğu için: Paraziter ve mikrobik deri hastalıklarında, Sebereik deri hastalıkları ve Psoriasis tedavisinde.
2-Arsenikli olduğu için: Egzema, Psoriasis ve Prorige tedavisinde.
3-Demirli olduğu için: Ağız hastalıkları ve Lökopsilerde.
4-Klorlü olduğu için: İrritasyona eğilimli dermatozlarda.
5-Silikatlı olduğu için: Proriler, Egzemalar, İrritasyona eğilimli Dermatozlar ve Seberoik Dermatillerin tedavisinde de olumlu sonuçlar vermektedir.

b-An.Ün. Tıp Fak.Dermatoloji Ana Bilim Dalı Bşk.lığı (30.07.1984 tarih ve 184 sayılı) raporuna göre:

1-Saç kırılmaları, kepeklenme ve sulu kabuklanmalarda.
2-Kasık ve ayak mantarları, Sedef hastalığının geç devresindeki sebepsiz kaşıntı, göz çapaklanması, deri kabuklanması ve mikrobik zedelenmelerde.
3-Egzemaların, el ve ayak parmak aralarının sulu-akıntılı ve kaşıntılı rahatsızlıklarının, sabun-sprey ve petrol ürünleri ile meydana gelen allerji ve cilt çatlaklarının tedavisinde.
4-Ağız içinde, dilde ve yanak içindeki yara ve müzmin boğaz hastalıklarının tedavisinde.
5-Kaplıca suyunun soğutularak içilmesi suretiyle solucan, tenya, kurt ve şerit düşürülmesinde ve hazmın kolaylaştırılmasında.
6-Kaplıca suyuna oturulmak suretiyle, devamlı kanayan mayasıllarda.
7-Uzun yıllar süren mafsal rahatsızlıklarında.
8-Lumbago, sırt, bel ağrıları ile kol ve bacaklardaki uyuşma ve şişlikte.
9-Çeşitli kırık ve çıkıkların iyileşme safhasında ve daha sonraki ağrılara karşı,
10-Fazla gıda ile beslenen şişman hastaların ayak ve bacak ağrılarında.
11-Müzmin yatalak hastalarda, çocuk felci ve siyatik ağrılarında.
12-Kadınların müzmin bel ağrıları, ateş basmaları, ayak şişmeleri ve bazı kısırlık tedavisinde, olumlu sonuçlar vermektedir.

5-SEYHAMAMI KAPLICALARI:
Kızılcahamam’a 18, Güvem’e 3 Km uzaklıkdaki Seyhamamı Kaplıcaları’nın, Haçlı Seferleri sırasında, Almanlar tarafından yaptırıldığından bahsediliyor.
Eski ismi Kilise olan Seyhamamı, Candaroğlu İskender bey bin Mehmet Bey’in mülküdür. Bütün bölgeye ismini veren İskender Bey, elindeki bir kısım emlak ve araziyi vakfederken, Seyhamamı’nı mülkiyetinde bırakır. Köye ismini veren eski Bizans kilisesi ise muhtemelen O’nun zamanında (XV.asrın ikinci yarısı) yıkılmış ve aynı yere bir cami inşa edilmiştir. Bu cami birkaç defa restorasyon geçirdiği halde, orijinal şekliyle hala ayakta. Vaktiyle hamamın karşısındaki han yıkılmış ve yerine bir çay bahçesi yapılmıştır.
1907 Ankara Salnamesi’ne göre (Shf:160) Seyhamamı’ndaki kaplıca, bu tarihlerde de açıktır. Tarife göre: ”Seğ Hamamı,cüz’i miktarda kükürt ve ziyade miktarda Allumin’i havi ve suyu gayet mebzuldür.” Yakın zamana kadar, (1950 yıllarında) şimdi asfalt zemin olan hamamın önündeki alan su birikintisi bir gölcük olup içinde kömüşler yüzermiş. Hamam’ın ayağından çıkan suların meydana getirdiği bu sulu ve çamurlu yerde, gelen hastalar şifa için başlarına kadar çamura gömülür ve 1-2 saat burada bekletilirlermiş.,,
Osmanlı Alimi Ali Cevad , Seyhamamı’ndan, “Sek Hamamı” diye bahseder.
Nakledildiğine göre; eğer kaplıcalara giriş için ücret alınırsa, hamamdan yılan çıkacağı söylenirmiş. Eskiden hamama giriş için, yakın zamanda ücret alınmaya başlanmış ve ilginçdir ki bundan sonra pek çok yılan çıktığı gözlenmiş. Ancak sonradan ve halen giriş ücretli olduğu halde böyle bir şey görülmüyor.
1943 Çerkeş depreminde Seyhamamı tesisleri harap olunca ufak bir tamiratla yeniden kullanılır hale gelmesi sağlanmış ve uzun yıllar ilkel bir şekilde kalmıştır.
Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olan kaplıcaları şu an özel teşebbüs işletiyor ve sularının vasıfları itibarıyla Kızılcahamam Kaplıcaları seviyesindedir.
Bir değirmen çevirecek kadar su kapasitesi olan kaplıcaların olduğu yerdeki eski tesisin 1980 sonrası, kadın ve erkek bölümleri yeniden düzenlenmiş ve üzeri daha iyi bir biçimde kapatılmıştır. Soyunma ve yıkanma yerleri aynı bölümde, havuz ise ayrı bir bölümdedir. Günlük 5.000 kişilik banyo kapasitesine sahiptir.
Yolu ve elektriği de bulunmasına rağmen kanalizasyonu yoktur ve konaklama ve kür tesisleri yeterli değildir. 1990 sonrası iki katlı bir otel yapılabilmiştir.
Ankara-İstanbul Karayolu’na çok yakın ve çekici bir yerde bulunan Seyhamamı ve yakın çevresinin Jeolojik-Hidrolojik etüdleri ile 1/1000 ölçekli imar plânı yapılmıştır. Ayrıca,Turizm Bakanlığı’nca 1988 de Seyhamamı’nın Ankara’ nın önde gelen bir kaplıca şehri olması projesi, teklif edilmiştir.
Sıcak sular, hamam havuzlarının dibinden kaynar. Sıcaklığı 43º C ve 20 Lt/Sn.lik bir akıma sahipdir. Kaynağın çevresi ve yer yer açılmış çam ormanları ile kaplı olup, önlem alınmadığı takdirde, sularının kirlenme tehlikesi mevcuttur.
Bileşiminde (en fazla) Kalsiyum Bikarbonat, erimiş halde Karbondioksit (413 Mg.ile, Kızılcahamam’daki kaynaklardan daha fazla) Florür ve Sodyum bulunur. Ph değeri 6,5 dur. Havuza girildiğinde Karbondioksit taneciklerinin, deri üzerinde toplandığı çıplak gözle görülebilmektedir. Bileşimindeki bu maddeler dolayısıyle, kalp yorgunlukları ve Periferik dolaşım bozukluklarına iyi gelmektedir. Banyo ve içme kürlerine elverişlidir.

Şifa verdiği hastalıklar:
a-Romatizmal hastalıklar.
b-Sindirim sistemi hastalıkları.
c-Böbrek ve idrar yolları hastalıkları.
d-Metabolizma hastalıkları.